Cem Çelebiler
u/Literary
1964 yılında New York şehrinde akşam üstü Kity Genovese isimli bir kadın çok da ıssız olmayan bir caddede cinayete kurban gider.
Bu olayda ilginç olan şudur.
Kadına saldıran şahıs dk larca kadına tecavüz etmeye çalışır başaramayınca darp eder öldürmeye çalışır. Kadını yaralı halde bırakır. Bir süre sonra tekrar gelir ve kadını öldürür. Bu acı korkunç süre bir saattir ve bir saat boyunca zavallı kadın çığlıklar atar yardım ister.
Polis olay yerine gelir ancak resmi ihbar olaydan tam bir saat sonra yapıldığından geç gelmiştir, çevreyi inceler.
Kadının öldürüldüğü bölgede olayı kimsenin duymaması imkansızdır.
Çevre evleri incelediklerinde olayı 37 mahalle sakininin gördüğünü hatta bir kısmının sonuna kadar pencereden izlediğini ancak hiç biri ne olaya müdahale ettmiş ne de polis çağırmıştır.
Bu olay sonrası bir polis şefi gazeteci arkadaşı ile konuşurken durumu anlatır.
Gazetecinin ilgisini çeker ve bunu haber yapar.
Haber sonrası Amerika’da büyük infial olur.
Psikologlar, psikiyatrisler, sosyologlar incelemeye başladığında şu durum ortaya çıkar.
Olaya tanık kişilerin hepsi bir başkası mutlaka polise haber verir veya müdahale eder diye duyarsız kalmıştır.
Kadın bu nedenle kalabalığın ortasında öldürülmüştür.
Bu sosyal davranışa katledilen kadının adı ile Kity Genovese sendromu adı verilir.
Evet Sosyal Psikolojide biz bu ve benzeri durumlara Kity Genovese sendromu diyoruz.
Yaşananlara duyarsızlıktan çok başkasına yükleme, bekleme, sosyal kaytarma
Birisi çözer
Birisi yardımcı olur işimize bakalım
Biri mutlaka görmüştür
Biri mutlaka dilekçe verir
Düşünceleri ile sorun, problem ve sıkıntıları başkasına atmak.
Sonuç mu?
Etkisiz güçsüz, zayıf hatta sıfır tepkiye neden olur.
Toplumsal refleks azalır ve zorba istediğini yapar.
ZEYTİN ve ZEYTİNYAGI
1951-1952 yıllarında İspanya Hükümeti, Türkiye’den çok yüksek miktarda odun kömürü satın almak istiyor.
O güne kadar İspanya’ya yapılan ihracat kalemleri arasında yer almayan bu talebin bir de özel şartı var.
Kömürler İskenderun’dan Saroz Körfezi’ne kadar Akdeniz ve Ege sahillerinde doğada kendiliğinden yetişen delice ağacından elde edilmesi isteniyordu.
İstek dönemin Hükümeti tarafından yüksek getirisi nedeniyle sevinçle karşılanıyor, ülkemizde bol miktarda bulunan delice kömürü ihraç edilmeye başlanıyordu.
Görgü tanıklarının anlattıklarına göre, limanların üzeri gemi yüklemeleri sebebiyle kara bir bulut ile kaplanıyor göz gözü görmüyordu.
O yıllarda Ankara’da görev yapan ABD Ticaret Ateşesi, dönemin Dışişleri Bakanı’na ihraç edilen kömürün İspanya tarafından nasıl değerlendirildiği ya da nerelerde kullanıldığını araştırıp araştırmadıklarını soruyor.
Aldığı cevap, getirisinin önemli olduğu nerede kullanıldığının Türkiye’yi ilgilendirmediği şeklinde oluyor.
Bunun üzerine ataşe konuyu kendisi araştırıyor ve otoyollarda dolgu malzemesi olarak kullanıldığı bilgisine ulaşıyor.
Bununla yetinmeyip ABD’de tanıdığı mühendislerden bilgi alıyor ve otoyolda kömür dolgunun bir yararı olmadığını öğreniyor.
Öğrendiklerini Bakan’a iletiyor, Türkiye’nin rahatsız olmadığını, gelirden dolayı memnun olduklarını söylüyor, konu kapanıyor.
Delice ağacının zeytin aşılamak için en uygun ağaç olduğunu bilenler Türkiye’ye oyun oynamışlardı.
Sonuç olarak İspanya dünyanın en büyük zeytinyağı ihracatçısı oldu ve ne tesadüf ki aynı yıllarda Türkiye margarinle tanıştı.
Alıntı. Dr. M.Taviki
Durum bu iken hala, bu yönetimi savunanların iyi okuması gerek.
Renault vardiya sayısını düşürdü,
TOFAŞ üretime ara verdi,
Yeşil Kundura, Beta, Hotiç iflas etti.
65 un fabrikası kapısına kilit vurdu
Ama
“Elhamdülillah bize bir şey olmaz.”
100 yıllık seramik fabrikası elektrik ve doğalgaz borcunu ödeyemediği için fabrikayı kapattı.
Yarım asırlık tavuk, tekstil, çimento fabrikaları iflas etti.
Bankalardaki altın miktarı 10.6 ton azaldı.
Özel sektörün dış borcu 240 milyon dolar arttı
Ama
“Türkiye tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor”
Açlık sınırı 2 bin liraya yaklaştı.
İşsiz sayısı 5 milyona dayandı
200 kişi alacak firmaya, 2 bin kişi başvurdu
Asgari ücret, enflasyonun yanında kuş kadar kaldı
Ama
Hediye uçağının deposu 1070 asgari ücrete dolacak.
*
Brezilya’dan, Sırbistan’dan, Polonya’dan et geliyor,
Almanya’dan, Fransa’dan, Macaristan’dan canlı hayvan
4 milyon doz boğa ve aygır spermi ithal ediliyor
Ama
“Türkiye’de et sorunu yok.”
Yabancı yatırımcılar Türkiye’yi riskli buluyor
9 bankanın mevduat notu düşüyor
3 banka portföyünü birleştiriyor
Döviz rezervleri düşüyor
Sanayiciler, “işçilerin maaşlarını devlet ödesin” diyor
Ekonomi Güven endeksi dibi görüyor
Ama
“Kriz bizi teğet geçiyor.”
Benzine, motorine, gaz yağına, mazota, bir ayda 3 zam geliyor.
Kuruyemişe yüzde 30, tavuğa yüzde 200, suya yüzde 60, okul servislerine yüzde 30,
domatese, patatese, limona, yağa, kreme, rimele, çaya, çorbaya zam zam zam
Ama
“Bunu da atlatırız bizim Allah’ımız var.”
*
Doktorlar pahalı ameliyatları yapmıyor
Kağıt zammından gazeteler basılamıyor
Gazetelerde çalıştırılması zorunlu asgari ücretli sayısı düşürülüyor
İflas eden şirketler için tebliğ yayınlanıyor
Ama
“Korkulacak bir şey yok abartmayın.”
Yeni saray için Van Gölü manzaralı 1071 metrekare arazi seçiliyor
Suriyelilere 32 milyar dolar harcanıyor
TRT, filosuna 100 yeni araç alıyor
Saraylarda Ejder Meyveli Smoothie gidip, Liçi Meyveli Efuli geliyor
Ama
“Kamuda en yüksek tasarrufu yapıyoruz”
*
‘Battım anam’ diyen Nuhoğlu İnşaat, 900 işçiyi kapının önüne koyuyor
Büyüme oranı düşüp, faizler artıyor
Otomobil üretimi yüzde 45 düşüyor
Kozmetik ürünlerine yüzde 100 zam geliyor
Ama
“Kriz rasyonel değil psikolojik” diyor…
Yurtdışından 246 bin ton Arpa alınıyor
252 bin ton ithal buğday için ihale açılıyor
Saman bile ‘dış güçler’ den satın alınıyor
Ama
“Avrupa’nın en büyük tarım üreticisiyiz” deniyor.
Swap kararı akşamdan sabaha değişiyor
Büyüme tahmini 5 puan düşüyor
Ülkeyi terk edenlerin sayısı yüzde 42 artıyor
Ama
“Avrupa bizi kıskanıyor”
*
Sosyal yardımlar yarı yarıya azaltılıyor
7 ayda hesabında 1 milyon ve üzeri olan sayısı 27 bin 45 kişi artıyor
Fakir sayısı yüzde 15 artıyor
Ama
“Gelir dağılımında çok iyi yerlere geldik” diyor.
Diyarbakır’da ‘Karpuz Festivali’, Meclis’te açılış kokteyli iptal ediliyor
THY kargo ücretlerine yüzde 81 zam yapıyor
Atanamayan öğretmen ilaçla
Oğluna pantolon alamayan baba iple
İflas eden işadamı silahla intihar ediyor.
Ama
“Kriz falan yok hepsi manipülasyon”
Beyaz eşya fiyatları yüzde 40 artıyor
Tankı Almanya’dan, füzeyi Rusya’dan alıyor
İflas eden esnaf sayısı yüzde 50 artıyor
Damat, kapı kapı yatırımcı arıyor
Ama
“Avrupa’nın en hızlı büyüyen ülkesiyiz”
***
Propagandanın en önemli maddesidir çünkü;
“Konuyu önemsizleştir ve değişik şekillerde sürekli tekrar et.
Mutlaka inananlar çıkacaktır.”
“Yaşadıklarımızı kriz denemez”
“Aslında ülkemizde kriz falan da yok”
Ya “Kriz mıriz geçin bunları”
Kriz mi o da ne...?
75 yıldır Finlandiya hükumeti, hamile kadınlara bir kutu veriyor. Bu kutu giysiler, battaniyeler, oyuncaklar ve gerekli çeşitli malzemelerden oluşuyor. Kutu aynı zamanda yatak olarak da kullanılabiliyor. Kimilerine göre bu kutu dünyanın en düşük bebek ölüm oranına sahip Finlandiya’nın bu ünvanı kazanmasına yardım etmiş.
Bu gelenek 1930’lara kadar dayanıyor ve asıl amacı Fin çocuklarına ailelerinin geliri, sınıfı ne olursa olsun “eşit” bir başlangıç sağlamak.
Annelik ya da bebek paketi olarak adlandırılan bu kutular devletin tüm hamile kadınlara hediyesi.
Kutuda montlar, uyku tulumu, sokak giysileri, banyo aksesuarları, bir kaç bez, yatak alezi ve küçük bir uyku minderi var.
Kutunun dibindeki minder ile beraber kutu bebeğin ilk yatağı oluyor. Tüm sınıflardan binlerce çocuk ilk gecelerini dört karton duvardan oluşan bu kutu-yatakta geçiriyor.
Annelerin kutuyu ya da belli bir miktar parayı seçme hakları var. Bu miktar 140 euro kadar. Ancak anne adaylarının %95’i kutuyu seçiyor.
Bu gelenek 1938 yılında başlamış ancak o zamanlar sadece düşük gelirli aileler için kullanılıyormuş. Daha sonra 1949 yılında Finlandiya devleti hangi sınıftan olursa olsun herkese bu kutuları sağlamaya başlamış.
Kutu anneye daha anneliğin ilk günlerinde ihtiyacı olarak her şeyi sağladığı gibi, bilgilendirme kitapçığı ile de gelecekte karşılaşacağı durumlar için onu hazırlıyor.
Aynı zamanda giysiler kız-erkek çocuk arasında değiştirilebilir olsun diye “cinsiyet ayrımı gözetmeyen renklerden” seçilmiş. Ancak 1940’larda kutudaki giysiler kumaş halindeymiş, çünkü o zaman anneler daha çok evde giysi dikerlermiş. Kutuya biberon veya mama kabı anneleri emzirmeye teşvik etmek için konulmuyor. Aynı zamanda kutuda çocuğun ilerde okumuş, kültürlü bir birey olmasını teşvik etmek ve devlet desteğini sembolize etmek için bir kitap bulunuyor.
Kutunun asıl amacı da çocuklara ve ailelere “eşitlik” anlayışını aşılamak ve en azından bir gece bile olsa zengin ve fakirin aynı şartlar altında yaşamasını sağlamak.
Bu durum her erkekte farklılık göstericektir. Fakat ortalama baz alındığında aynı cevapları almamız pek normal. Bana göre bir erkek tanımadığı bir bayanın önce gözlerine sonra götüne bakar. Bu durum başka erkeklerde mesela önce bacaklarına sonra saçlarına göre değişebilir. Sınırsız kombinasyon yapılabilinir.
Video izlediğiniz sonlarına doğru bir genç arkadaş yaklaşıyor. Ve headshot atıyor.
“Bütün ümidim gençliktedir.”
Mustafa Kemal Atatürk
Yabancı dizilerin çok faydası oluyor. Kelime bilmek işin püf noktası diye düşünüyorum, ne kadar kelime bilirseniz o kadar iyi.
Yurt dışından yolcu beraberinde getirilen telefon kullanım izni harcı tutarının yeniden belirlenmesine ilişkin karar Resmi Gazete'de yayımlandı.
Buna göre, yurt dışından getirilen cep telefonları için maktu harç tutarı 1.500 lira olarak yeniden belirlendi.
2017 yılında 149.20 TL olan vergi, 2018’de 170.70 TL olarak yenilenmiş, 09.11.2018 tarihinde ise son olarak 500 liraya çıkarılmıştı. #zam
Kaynak: https://www.bloomberght.com/yurt-disindan-getirilen-cep-telefonu-harcla…
Milyonlarca aday ve aileleri YKS sonuçlarının açıklanmasının ardından tercih için gün saymaya başladı. Adayların tercihlerini resmî olarak 23-29 Temmuz’da yapacak olmalarına rağmen, şimdiden üniversiteleri gezmeye başladıklarını dile getiren İstinye Üniversitesi Genel Sekreteri ve Eğitim Uzmanı Burak Kılanç, öğrencilere ‘tercihlerinizi masa başında yapmayın, üniversiteleri gezin’ tavsiyesinde bulundu.
Kılanç, öğrencilerin üniversitelere ziyaretleri sırasında sorular sormaları gerektiğinin altını çizdi.
Adayların hedefleri doğrultusunda ilerlemesi gerektiğini ifade eden Kılanç, “Adaylar ziyaretleri sırasında üniversiteye bazı sorular sormak zorundalar. Öğrencilerin kendileriyle ilgili gelecek hedefleri mutlaka olmalı. Üniversitelere, hedeflerinin destekleyip destekleyemeyeceğini sormalılar. ‘Ben öğrencilik sırasında üniversiteden nasıl destekler bekliyorum? Üniversiteden sonra hangi noktalara gelmek istiyorum? Bu hedeflere varabilmek için üniversite bana neler sağlamalı?’ gibi sorular netleştirerek üniversitelere gittiklerinde ilgili kişilere bu soruları sormalılar. Son yıllarda YÖK’ün ısrarla vurgulamış olduğu ‘öğrenci dostu üniversite’ kavramı var. Adayların da YÖK’ün sürekli altını çizdiği öğrenci dostu yaklaşımın o üniversitede olup olmadığı ile ilgili soru sorması gerekiyor. Öğrenci hedeflerini biliyorsa soracağı soruları da kafasında canlandırabilir” ifadelerini kullandı.
Üniversitelerin değişen çağ ile de geliştiğine vurgu yapan Kılanç, kendi öğrencilik hayatından da örnekler vererek, şunları söyledi:
“Ben öğrencilik hayatında iyi bir öğrenciydim ve birkaç farklı hocamın asistan olarak projelerine destek veriyorum. Dördüncü sınıf biterken hocalarımla birlikte bazı makaleler ve projeleri ortaya çıkardım. Bu projelerden bana dönüş hocamın bana odasında vermiş olduğu ufak bir masa oldu. Şimdi üniversiteler gelişiyor ve çağımız değişiyor. İhtiyaçlar fark ediliyor ve bu çerçevede biz şu anda bütün Türkiye’ye örnek olacağını düşündüğümüz bir uygulama geliştirdik. Bunu yönergemize koyduk. Ön lisans ya da lisans seviyesinde okuyan her öğrenci bilimsel bir üretkenlik yapıyorsa, proje ortaya çıkarıyorsa ve bilimsel platformlarda bu endeksleniyorsa bu durumda biz öğrencilerimize akademik destek fonu sağlıyoruz ve bu fon 4 bin lira.
Bu ve buna benzer uygulamalarla ortaya bir şeyler koymak niyetinde olan, çalışmak isteyen iyi öğrenciler için büyük fırsat tanınıyor. Benzer uygulamalar başka üniversitelerde de var, dünyada olmasını da temenni ediyorum.”
Vakıf üniversiteleri için yayınlanan ‘Vakıf Üniversiteleri Raporu’nun devlet üniversiteleri için de yayınlanmasını beklediklerini dile getiren Kılanç, “YÖK tarafından hazırlanan vakıf üniversiteleri raporunda pek çok üniversitenin öğrencisine vermiş olduğu değerin anlaşılabileceği göstergeler var. Adaylar tercih yaparken bu raporu incelemeliler. Öğretim üyesi başına düşen öğrenci, açık alan, kapalı alan, kütüphane alanına bakmalı. Bunların hepsi bir üniversitenin öğrenciye vermiş olduğu kıymetin dolaylı ya da direkt göstergesidir. Üniversitenin eğitimi sadece derslere girip çıkmak değildir” diye konuştu.
Kılanç, üniversite adaylarına, “Üniversitenin size dersler dışında katmış oldukları çok önemlidir. Sadece akademik değil, akademik dışında gelişimle ilgili üniversitelerin ne yaptığı çok önemli” dedi.
İstinye Üniversitesi İlk Acil Yardım Programından yeni mezun olan Cansu Memiş de, okurken üniversitenin revirinde hemşirelik yaptığını ifade etti.
Derste öğrendiği teorik bilgilerin pratikte anlam kazandığına değinen Memiş, “Tıbbi laboratuvar bölümünde de çap yapıyorum. Buraya gelmeden önce aklımda bazı kariyer ödevleri vardı ama bu kadar geniş kapsamlı değildi kayda geldiğimde buradakilere geçmiş iş tecrübelerimden bahsettim ve çalışmak istediğimi de söyledim. Böylece hem okuluma hem de işime başlamış oldum” diye konuştu.
Böylece başarılı bir serüvenin kendisi için başladığına dikkat çeken Memiş, “Burada kendimi keşfettim ve yeteneklerimin farkına vardım. Kendi bölümünle ilgili kulüpler kurdum diğer arkadaşlarımın kurmuş olduğu kulüplerin etkinliklerine katıldım. Sadece teorik olarak değil bizi sosyal hayata da hazırlıyorlar. Farkındalık sahibi bilinçli birey olmamıza yardımcı oluyorlar. Gerek akademik gerek idari kadro ben ve arkadaşlarımın yanındaydı. Burada çalışma fırsatı kazandığım için derste öğrendiğim teorik bilgiler pratikte de anlam kazandı” ifadelerini kullandı.
