Cem Çelebiler
u/Literary
Antoine-Laurent de Lavoisier Fransız kimyacı. Yaşamında iki devrim görmüş bir kişidir. Devrimlerden biri, yüzyıllar boyunca "simya" adı altında sürdürülen çalışmaların, bugünkü anlamda, kimya bilimine dönüşmesidir. İkinci devrim, "1789 Fransız ihtilali" diye bilinir.
Doğum tarihi: 26 Ağustos 1743, Paris, Fransa
Ölüm tarihi ve yeri: 8 Mayıs 1794, Paris, Fransa
Tam adı: Antoine-Laurent de Lavoisier
Eş: Marie-Anne Paulze Lavoisier (e. 1771–1794)
Keşfettikleri: Karbon, Hidrojen, Silisyum
Kaz Dağları'nda binlerce insan tel örgülerle kapatılan şantiye alanına girdi. #KazdağlarıHepimizin
Kaz Dağları’nda Kanadalı bir şirketin yapmak istediği altın ve gümüş madenciliğine karşı tepki olarak bugün Kirazlı Balaban’da “Büyük Su ve Vicdan Nöbeti” için buluşmaya katılan ve siyanürle bölgenin yok edilmesine karşı çıkan binlerce kişi, tel örgülerle korunan şantiyeye girdi.
İlhan SELÇUK' un bir yazısı..
Şaşıp Kalıyorum,
Arap İngiliz'le birleşmiş Türk'ü arkadan vurmuş;
Ermeni Rus'la birleşmiş,
Doğu Anadolu'yu kana bulamış;
Rum Yunan'la, Yunan İngiliz'le birleşmiş,
Batı Anadolu'yu ele geçirmiş.
Ülkenin mahvolmadık, yıkılmadık, yanmadık,
kan dökülmedik, kül olmadık hiçbir yeri kalmamış,
Elde avuçta İstanbul ile İzmir bile yok!..
Anadolu'nun altı yedi milyon nüfuslu en yoksul bölümüyle, yüzde doksan beşi okuma yazma bilmez,
yorgun, yoksul, bitkin, ezik bir halk..
Nasıl kurtulmuşuz?..
Şaşıp kalıyorum...
Yunan'ı nasıl denize döküp hizaya getirmişiz,
İngiliz'i İstanbul'da nasıl çıkarmışız, dünyanın süper güçleriyle masaya nasıl eşit oturmuşuz?
Yıl 1923
Anadolu'da 10-11 milyon savaş artığı yaşıyor; aç biilaç, parasız; yüzde 95'i elifi görse mertek sanacak kadar alfabesiz... Ne yapacaksın?..
Demokrasi yap!.. Nasıl yapacaksın?..
2000'li yıllarda Nurcu tarikatının ardına
Bu kadar adam takılmışken,
1923'ün yanmış yıkılmış Anadolu'sunda nasıl demokrasi yapacaksın?..
Kalan ne? Yıl 1923
Komşunun komşuyu boğazladığı iç savaşlardan, Anadolu'yu mezbahaya döndüren dış savaşlardan yeni çıkmışsın.
Fabrikan yok,
İşçin yok,
İş adamın yok,
Mühendisin yok,
Doktorun yok,
Uzmanın yok,
Tüccarın yok,
Suyun yok,
Barajın yok,
Elektriğin yok,
Kadınların çarşafta çuvala giriyor,
Erkeğin dört karı alıyor,
Yurttaşlik yasası yok,
Üniversiten yok,
Banka yok,
Burjuva yok,
Proletarya yok,
İhracatçı yok,
İthalatçı yok,
Sermayen yok.
Kalkın bakalım...
Nasıl kalkınacaksın?...
Sermayesiz ekonomik kalkınmanın yumurtasız omletten ne farkı var?
Mustafa Kemal kuşağı ne yapmış?..
Yöneticiler devletçiliğe neden ve nasıl sarılmış?..
Türkler bankacılığı nasıl öğrenmiş?..
Merkez Bankası 1930'a değin neden açılamamış?..
Özel sektör nasıl oluşturulmuş?..
Yeni devlet nasıl kurulmuş?..
Çağdaş öğretime nasıl geçilmiş?
1920'de 10-11 milyon nüfusun yüzde 95'i
Alfabesizken savaş artığı bir toplumla,
Okuma yazma seferberliği nasıl açılmış?
Kitaplıklarda kitap yokken,
Ulusal kütüphane nasıl kurulmuş?..
Okullarda tarih kitabı bile yokken tarih nasıl yazılmış?..
Yok olmanın kuyusundan çıkıp var olmanın doruğuna nasıl tırmanılmış?..
Yunanlı ile dostluk nasıl kurulmuş?..
Avrupa'da saygınlık nasıl kazanılmış?..
Şaşıp kalıyorum...
2000'li yılları geçtiğimiz,
Yetmiş milyonluk Türkiye'nin haline bakıyorum...
Hiçbir şeyimiz yokken neler yapmışız?..
Herşeyimiz varken neler yapamıyoruz?..
Bir de bu ortamda,
Mustafa Kemal'e saldıranlara bakıyorum...
İlhan Selçuk
Argumentum Ad Populum (İnsana hitap/çoğunluğa başvurma safsatası) bir ya da daha fazla insanın buna inanması nedeniyle doğru olduğunun söylenmesidir. Bu safsata, bazen bir kimseyi yaygın bir inancın doğru olduğuna ikna etmek için kullanılır. Bazen popüler olmayan teorilerin yanlış olduğuna dair ikna etmek için kullanılır. Çoğu zaman da etiklik üzerine tartışmalarda kullanılır. Ad Populum mantıken yanlıştır. Çünkü bir inancın yaygın olarak inanılması, o inancın doğruluğuna kanıt değildir. Herhangi bir bireyin inancı yanlış olabiliyorsa, birden fazla kişi tarafından benimsenen inançta yanlış olabilir. Anatole France şöyle söylemiştir: "Aptalca bir şeyi 50 milyon kişi de söylese, o hala aptalca bir şeydir."
Örnek: "Dünyada 1.6 milyar Müslüman var. Hepsi yanılıyor olamaz."
Argumentum Ad Hominem (Kişiye karşı veya İnsan Karalama/önyargı oluşturma/sen de safsatası) Argümanın kendisi yerine argümanı ileri süren kişinin karakteri ya da hareketleriyle ilişkilendirme, kişinin etnik kökeni, politik tutumu, dini görüşü gibi niteliklerini kullanarak argümanı itibarsızlaştırma çabasıdır. Argüman yerine, argümanı ileri süren kişi tartışma konusu edilerek iddialara karşı çıkmak suretiyle yapılır.
Örnek: "Ali, Kuranın Allahtan gelmediğini söylüyor. Ali gizli bir Yahudi olarak görülüyor. Ve İslamofobik. Bu nedenle iddiası yanlıştır."
Gerçek şu ki, Ali'nin karakteri veya dini geçmişi, argümanının geçerliliği ile alakalı değildir, bu nedenle iddiasını geçersiz kılmaz.
Diderot şöyle bir eleştiri yapıyor:
"Her sofu katıdır, merhametsiz, acımasızdır, zavallı bir eş, zavallı vatandaş, zavallı kardeştir, vs. Bu görevler diğerlerine fazla tabidir
Dini görevlerin en kötü etkilerinden biri, doğal görevlerin değerini düşürmesidir, bunlar, gerçek görevlerin üzerine çıkarılmış, kuruntu mahsulü bir görevler dizesidir. Bir rahibe sorunuz, bir kutsal kase içine işemek mi daha kötüdür namuslu bir kadına iftira etmek mi? "Kutsal bir kaseye işemek ha! Kutsal şeylere hakarettir bu!" diyecektir size. Ve sonra iftiraya hiçbir resmi ceza yok. Kutsallığa hakaret için ise ateş. İşte bu, bir toplumda suçların her türlü gerçekçi tefrikini tamamen tersine çevirmektedir...
İncil’de - ki bu kitaba inanmak gerekir, ya da bu nokta hakkında hiçbir şeyi bilmemek gerekir - iki ahlak vardır. Bütün halklar için müşterek bir genel ahlak. Gerçekten Hristiyan ahlakı olan bir ahlak. Bu sonuncusu, benim tanıdığım en anti-sosyal ahlaktır. Dağdaki Vaaz’ı tekrar okumak zahmetine katlanınız. Bütün İncil’i yeni baştan okuyunuz ve Hristiyanlığa özgü kuralları toplayınız ve sonra bana, hangi mahiyette olursa olsunlar, beşeri bağları gevşetmeye daha müsait hiçbir şey var mıdır, söylersiniz."
(Diderot, İnsan Hakkında Mektup (Lettre sur l’Homme)’un Yayınlanmamış Yorumu, Les Matérialistes Français de 1750 d 1800, Sunan: R. Desne, Paris, 1964, s. 105’ten naklen).
Bunun üzerine Jaucourt şöyle bir savunma yapıyor:
"Kabul edilmektedir ki, eğer Hristiyanlar Mesih İsa’nın bu emirlerinden bir çoğuna uymak isterlerse, toplum kısa bir süre sonra tepe taklak olur; iyi insanlar kötülerin şiddet eylemlerine hedef olur, inanç sahibi bolluk sırasında kötü günler için hiçbir şey tasarruf etmediğinden, açlıktan ölmeye maruz kalır: bir kelimeyle herkes itiraf etmektedir ki, Rabbimizin kuralları genel güvenlik ve huzurla bağdaşır gibi değildir: işte yorumcuları kısıtlamalara, değişikliklere, imalı sözlere başvurmak zorunda bırakmış olan budur; ancak bütün bunlar gerekli değildir ve bize fazla özenti gibi görünüyor... Yorumcuları hataya düşüren şey, onların, bu üç bölümdeki, Rabbin kurallarının bütün Hristiyanlar için olduğunu sanmalarıdır; oysa, bir çoğunun bütün Hristiyanlar için geçerli olmasına rağmen, bir çoğunun da Rabbin havarilerine mahsus olduğuna ve yüklenmiş oldukları görevin icrası için bunların onlara verilmiş bulunduğuna dikkat etmelidirler... Rabbimizin vaazının onun havarilerine hitap ettiğine dair bu prensip ortaya konunca, artık hiçbir güçlük kalmamaktadır.
(Ansiklopedi, Jaucourt’un "Sermon de Jésus-Christ" maddesi).
Bugün ise dağdaki vaazın tüm Hristiyanlar için istisnasız geçerli olduğuna inanılıyor. Neden mi? Çünkü artık eleştirilmiyor. Tüm din inanlıları, eleştirilen inançlarını sırf eleştiren kişiler eleştiriyor diyerek yeniden düzenlerler.
Caner Taslaman'ın geleneksel İslama yönelik eleştirilerinin hepsinde "Ateistler şöyle diyor." dediğini fark etmediniz mi? Dinleri, din savunucularından değil; dinin kaynaklarından öğrenmelisiniz.
(Dağdaki vaaz İncilin Matta kitabının 5. bölümünde bulunur)
Nevşehir Kapadokya’da yaşayan Esma ve Ömer Usat çiftinin ikinci çocukları Gözde Usat, 14 aylıkken gözleri ve yüzünde ortaya çıkan şişlik sonrası hastaneye kaldırıldı. İlk etapta doktorların alerji teşhisi koyduğu küçük kızın şişlikleri devam edince aile bu kez soluğu Kayseri’de bir hastanede aldı. Yapılan tetkikler sonrası Gözde’ye 'nefrotik sendrom' teşhisi konuldu. Küçük Gözde’ye 7 ay boyunca ev ortamında periton diyalizi tedavisi uygulandı. Tedaviden olumlu sonuç alınamadı ve küçük kızda böbrek rahatsızlığının yanı sıra kalp yetmezliği de başladı. Gözde'nin yaşadığı sıkıntılara dayanamayan anneanne Fatma Karşıdağ, torununa böbreğini bağışlamak istediğini söyledi. Yapılan tahlillerde anneanne ve torunun uyumlu olması sonucu Karşıdağ, Gözde için İstinye Üniversite Hastanesi Liv Hospital Bahçeşehir’de ameliyat masasına yattı. Anneanneden alınan 4 katı büyüklüğündeki böbrek, Gözde’nin küçücük bedenine şifa oldu.
Yaşadıkları sıkıntılı dönemi anlatan anne Esma Usat, "Bizim için çok zorlu bir süreçti. Gözde çok huzursuz oluyordu. Oyun oynayamıyor, ablasıyla vakit geçiremiyordu. Sürekli yatakta diyaliz tedavisinin bitmesini bekliyordu. Ablasıyla oyun kuruyorlardı tam oynayacakları zaman ‘diyaliz saati geldi’ diyerek Gözde’yi alıyordum. Annem de Gözde’nin yaşadığı sıkıntıları gözlemliyordu. Bu duruma çok üzüldü. ‘Ben böbreğimi vereceğim’ dedi. Onun sayesinde tedavi için İstanbul’a geldik. Gözde anneannesi sayesinde ikinci kez hayata bağlandı. Şu an durumu çok iyi. Çok mutlu ve sağlıklı. Diğer yaşıtları gibi hayatına devam edecek. Anneme de bizi buralarda yalnız bırakmadığı ve organını bağışladığı için çok teşekkür ediyoruz" dedi.
Operasyonu gerçekleştiren İstinye Üniversite Hastanesi Liv Hospital Bahçeşehir Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. Ayhan Dinçkan, küçük kızın kendi böbreğinin 4 katı büyüklüğünde bir organla nasıl yaşama tutunduğunu şu sözlerle anlattı:
"Kronik böbrek hastalığının nedeni birçok hastamızda farklı olabiliyor. Gözde, ‘nefrotik sendrom’ adı verilen bir böbrek rahatsızlığına yakalandı. Diyaliz tedavisi devam ederken kalbinin pompalama fonksiyonları düştü. Bize getirildiğinde uzmanlarımız Gözde’nin bu şekilde ameliyata giremeyeceğini belirtti. İlaç ve diyaliz yöntemleriyle bunu düzeltmeye çalıştık. Bu işin tek tedavisi nakil olduğundan ailesinden anneannesi böbreğini bağışlamaya karar verdi. Anneanne ‘torunum için hazırım’ dedi. Gözde 10 kiloyla ameliyata girdi. Anneannenin böbreği Gözde’nin karnına yerleştirildi ve diyalizden o anda kurtuldu. Kreatin düzeyi aynı günün akşamında düzeldi. Kalbin pompalama fonksiyonlarında ertesi gün yüzde 100’lük bir düzelme gördük. Organ nakli gerçekten bir mucize. Konu çocuk olunca durum daha da hassaslaşıyor. Sonuçta küçücük bir organ söz konusu. Gözde’nin yaşadığı tüm olumsuzlukları 2 saatlik bir operasyon ile ortadan kaldırdık. Gözde bu anlamda güzel ve anlamlı bir örnek oldu."
Günümüz teknolojileriyle birlikte küçük yaştaki çocuklara kolaylıkla nakil yapılabildiğini ifade eden Prof. Dr. Ayhan Dinçkan, "10-15 yıl öncesine kadar böyle küçük çocuklara organların takılmasıyla ilgili teknik birtakım endişeler vardı. Ama günümüz tıp uygulamaları bunu ortadan kaldırdı. Bırakın 10 kiloyu artık 5 kiloluk bir çocuğumuza bile yetişkin organını takabilecek teknik donanıma sahibiz. Bir çocukta eğer kronik böbrek yetmezliği gelişmişse, çocuğun aşı takvimi de uygunsa, kilosu 5-6 kilogram civarına geldiyse nakli geciktirmemek gerekir. Gerçekten 250 gramlık organ parçası, mucizevi bir dokunuşa neden oluyor. Çocuklar hasta olmasın ama olduklarında ve hayatta kalmaları için tek seçenek haline geldiğinde bunun en güncel tedavisi olan organ naklini tavsiye ediyorum. Türkiye’de genel duruma baktığımızda, böbrek nakillerinin yüzde 10-15’ini pediatrik nakillerin oluşturduğunu söyleyebiliriz" değerlendirmesinde bulundu.
Küçük Gözde’de gelişen kalp rahatsızlığı hakkında bilgi veren Çocuk Nefroloji ve Romatoloji Uzmanı Prof. Dr. Ozan Özkaya ise "Çocuklardaki böbrek yetmezliği sürecinde özellikle diyaliz aşamasında kalpte olumsuz etkilenmeler de olabiliyor. Kalp kaslarının çalışması azalabiliyor. Gözde’nin de diyalize bağlı geçirdiği süreçle ilişkili olarak kalbinin pompalama gücü oldukça azdı. Diyalizin çalışmasında da sorun vardı. Bize geldiğinde solunum güçlüğü de çekiyordu. 10 gün boyunca onu nakile hazırlamak için kalbini güçlendirici ilaç tedavileri uyguladık. Vücudundaki fazla sıvıyı uyguladığımız diyalizle aldık. Nakilden sonra kalbi destekleyici ilaçları verdik. Diyaliz sonrası kalbin durumu çok iyi hale geldi. Kalbin pompalama gücünün azalmaması adına bu çocukların nakil olması gerekiyor. Nakilden sonra kalp kendini toparlıyor ve bu sorunlar ortadan kalkıyor. Diyalize bağımlı olan çocukların mümkün olduğunca erken dönemde nakil olmalarını öneriyoruz" ifadelerini kullandı.
