Popüler

Bugün en çok okunan başlıklar
04.08.2019 17:40

Mutlu olmak

Mutluluk, maddi ve/veya manevi özlemlere ulaşılması sonucu hissedilen bir tatmin ve kıvanç durumudur. Mutluluğun anlamının her birey için farklı olması, mutlu olmanın yolunun her kişi için farklı şekillenmesine sebep olur. Bazı kişiler için maddi kazançlar, mevki, ün mutluluk kaynağıyken; bazıları içinse, karşılarındaki insanın gülümsemesi, doğada gördükleri bir çiçek veya bir canlı aynı derecede mutluluğa sebep olabilir. Çoğu insan hayatta mutlu olmak ister ancak gerçek mutluluğu nerelerde bulacağını keşfetmesi bazen zaman alabilir. Kişinin gelişimi boyunca tatmin ve kıvanç yaratan durumlar da değişebilir. Bu nedenle mutlu olmak için önemli olan kişinin yaşamı boyunca onu mutlu eden şeylerin farkında olması ve bunları hayatına sokmak veya hayatında tutmak için neler yapabileceğini keşfetmesidir.

2
11.04.2019 16:55

Yaran fıkralar

#Fıkra
Fabrikatör ve oğlu kendi sosis fabrikalarında gezmektedirler. baba oğluna makineleri tanıtmaktadır:

Baba: bak oğlum. bu sosis üretme makinesi.öküzü burdan veriyosun diğer taraftan sosis olarak alıyorsun.
Oğul: peki baba. sosisi burdan versek diğer taraftan öküz olarak çıkar mı?
Baba: o teknoloji sadece senin annende var oğlum!

14
17.06.2019 14:01

Kotali internetle film seyretmek

Kotanın ne büyük hızla dolduğunu üzüntüyle müşahede etmenize ve lakin içinizdeki sinema aşkının baskın gelmesi ile her ay kotayı aşıp normal tarifenin iki katı fatura ödemenize sebebiyet verir. Ayda bir bu çile tembellikten sınırsız tarifeye geçilmediği için sürekli kendini tekrarlar.

2
06.07.2019 00:30

Küfür etkisi yaratan ama küfür olmayan cümleler

Seni arkadaşım olarak görüyorum.

12
03.06.2019 14:06

Türkiye'de son dönemde yaşananlar

Önce ne oldu sonra ne olacağını yazacağım:
1-Önce IMF (International Monetary Fund, Uluslararası Para Fonu) ile hesabı kapattık, böylece dışarıdan kimseye hesap vermeyecektik ( istediğimiz zaman istediğimiz yere para harcayabilelim diye).
2- Köylerden şehirlere göçü teşvik ettik, böylece İnşaat Sektöründe büyük bir sıçrama oldu ( 70,000 köye su çekeceğime, herkesi TOKİ lere taşırım bir boru çekerim suyu oradan veririm, çok ekonomik)
3- Bilen bilmeyen, sütçü, yoğurtçu, fırıncı, kimin gözü aç ise inşaat sektörüne girdi, uluslararası kredi çekti, niye? ( dünyada para boldu) sonra 200-300 bin liraya mal ettikleri evleri 1-2 milyon liraya satmaya başladılar, 1 koyup 2,3,4 aldılar.
4- insanlar özenince, sıfır Araba sıfır ev, onlarda kredi çekip mahalle değiştirdiler, böylece köylerden gelenler eski evlere yerleşip şehirliler daha yeni evlere taşındılar. Çankaya Çay yoluna, sonra İnceke , sonra da gölbaşındaki bir dağ başına taşındı…dağın başı…
5- doları icat eden ve yöneten ABD, faizi yükseltirken dünyadaki dolaşan serbest para ABD ye geri dönmeye başladı, para kıtlığı başladı.
6- siyasileri kendilerini güvenceye almak için, köyden gelenleri işe aldı böylece kamu büyüdü, memur sayısı 4 milyon kişiye yaklaştı, yani onca özelleştirmeye rağmen kamu küçülmedi aksine büyüdü. 20 milyon çalışanın 5 te 1 i memur. Kamu şişti. Kamu denetim ve yasamadan sorumlu iken bir şirkete dönüştü.
7- üretim azalıp tüketim arttı. 1000 lira kazanıp 3000 lira harcandı. Lüks hayat diziler, TV ler, reklamlar ve özentiler ile bilinçli olarak yaygınlaştırıldı. Evde 50 kuruşa içeceğin kahveli içme 30 lira benzin yak gel restoranda iç bir de yanına yaş pasta verelim olsun 100 lira giderken de 30 lira daha yak bizahmet, toplam olsun 160, ama düz 200 yaparsan daha da enayi olursun, makbule geçer)
8- toplum yükselen binalar parlayan ışıklar ve lüks AVM leri gördükçe ağzı sulandı, kazanmadan harcamaya başladı, ne olacak ki, ileride kazanınca öderiz taksit taksit, ama keyfini hemen çıkaralım, demi, önce keyfi gelsin sonra parasını öderiz, sonuçta memuruz ay başında maaş kesin yatacaktır, yada iş adamıyım 1 i 3 e 5 e satıyorum, ohhhh..kebap….aaa…kebap demişken ortaya karışık olsun, yedik yedik yiyemedikse de namımız olur.
9- Ankara’da 10 tane orta boy modern hastane yapıp herkesin kendi mahallesindeki hastaneye yönlendirmek gerekirken, sırf bir müteahhit çok zengin olsun, hastane çok büyük olsun, ün salsın diye tek devasal bir hastane yapıldı, niye hasta yolda giderken ölsün ya da ölmez ise hastanede kaybolurken kan kaybetsin…sersem olsun…
10- Üretim, teknoloji, sanayi, yazılım, donanıma harcanması gereken kaynaklar, yürüyen tavuk, Türkçeyi Araplara özendiren dizilere, dağ başında yapılmış gökdelenlere harcandı….üniversitelerin sanayi ile işbirliği geliştirilmesi yerine her tarafa dershane gibi içi boş binalar yapıldı, iş sulandırıldı. Millet çocukların 3000 lira verip dershaneye gönderiyordu, dershaneler kapatılıp özel liseye dönüştürüldü bu defa 30000 lira vermek zorunda kaldılar, çok zengin olduk, çok harcadık.

Şimdi ne olacak:
1- 2010 senesinde Eryaman da oturduğum ev 1+1 idi fiyatı 75,000 TL idi yani o günün kuru 1,5 bir ABD doları iken 50,000 dolar ediyordu. Bugün bu yazıyı yazmadan önce fiyatına baktım 107,000 TL olmuş yani 6 liralı kura göre 17,833 ABD doları, yani 3 kat küçülmüş yani 3 kat fakirleşmişiz.
2- Bu fakirleşme devam edecektir. Ülke gittikçe küçülecektir, çünkü bazı hataların sonucunu görmek yıllar alır, maalesef, hemen göremezsiniz. Sera gazlarının aşırı salımı sonucu ozon tabakasındaki hasar gibi, 90 yıllarda pervasız antibiyotik satışı sonucu yıllar sonra ağır bedellerin ödenmesi, asimetrik büyümelerin ve dünya gerçeğine uygun olmayan politikaların sonuçlarını görmek gibi…
3- Şahin politikalar herkes ile gerilme sonucu çeşitli ticari konularda bedel ödettirecektir.
4- Dünya üretiminde 1000 de 9 olan üretim payımız, daha da düşecektir. Bazı arkadaşlar fantezi yapmayı sevebilir, ama gerçek bu, biz dünyada üretilen malın %1 ni bile üretecek boyutta değiliz, keşke bunu herkes görebilse.
5- İflasın sebep sonuç ilişkisini kurmayıp yine başkalarını suçlayıp dibi göreceğiz. Yani gittikçe küçüleceğiz, alım gücümüz azalacak, fakirleşeceğiz.
6- Dağ başında yapılmış olan 2,000,000 liralık evler satılmayacak, kalacak, kalacak, kalacak, gerçek değerine düşene kadar bekleyecek.
7- Kolay para kazanmak isteyenler iflas edecek, toplum bunu görecek, geçici ders alacak, ama 5-10 sene sonra toparlanınca tekrar aynı çark dönmeye başlayacak, çünkü bu 20. Kezdir ki bu toplum batıyor ve ders almıyor…(derinine etraflıca düşünmek bize göre değil, çabucak canımız sıkılıyor…)
Çözüm nedir?
Ben şahsen köylü olmak isterdim. Köylü şehre gelince durmuyor çünkü köyle dur diye bir ışık levha yok, tarlaya giderken dümdüz gidiyorsun, şehre gelen köylü de dümdüz gidiyor. ..ya eziliyor ya da eziyor. Ezilenleri gömüyorlar görmüyoruz ama ezenler zengin oluyor görüyoruz…görünce de “..aaa adam dün kasabadan geldi bir bina dikti 30 trilyonluk bir adam oldu diyoruz, lüks bir jeep, sağına soluna iki sarışın da aldı mı, işte al sana örnek, numune)
Ben köylü olmadığım için bir şey yapmadan önce kaç kere düşünüyorum, öz denetim sistemlerim var.
Bu arada bu yazıyı okuyup köyle lafına takılanlar olacak, biliyorum, olmazsa şaşırırım, ama açıklama yapayım, insan doğduğu yeri seçemez, köylü yada şehirli olmak dert değil, ama köyden gelip şehirde köylü gibi yaşamak derttir. Beni rahatsız eden şehirlerin köyleşme oranı köylerin şehirleşme oranını geçmesidir ( buna sosyolojide Kültürel Gecikme ( Cultural lag) derler, sonra yazarım).
Son bir not; elinizdeki telefon 1000 liralık da olsa 10,000 liralık, içindeki rehber aynıdır. Size gelen mesaj iyi ise siz mutlu olursunuz kötü ise mutsuz olursunuz. Hayatın anlamını nesnelere, eşyalara ve lükse bağlayan materyalist toplumlar, üretimden daha fazla tükettikleri için iflas ederler.
Fransız Filozof Albert Camus un çok sevdiğim sözü ile bitirmek isterim “ başarı kolay elde edilir, önemli olan onu hak etmektir.”
Biz lüks yaşamayı hakettik mi?

3
13.06.2019 16:07

Motivasyon hikayeleri

#Motivasyon

Yıllar önce bir çiftçi, fırtınası bol olan bir tepede bir çiftlik
satın almıştı. Yerleştikten sonra ilk işi bir yardımcı aramak oldu.
Ama ne yakındaki köylerden ne de uzaktakilerden kimse onun çiftliğinde çalışmak istemiyordu. Müracaatçıların hepsi çiftliğin yerini görünce çalışmaktan vazgeçiyor, burası fırtınalıdır, siz de vazgeçseniz iyi olur diyorlardı.
Nihayet çelimsiz, orta yaşı geçkince bir adam işi kabul etti. Adamın haline bakıp 'çiftlik işlerinden anlar mısın?' diye sormadan edemedi çiftlik sahibi. 'Sayılır' dedi adam, 'fırtına çıktığında uyuyabilirim'.
Bu ilgisiz sözü biraz düşündü, sonra boş verip çaresiz adamı işe aldı.
Haftalar geçtikçe adamın çiftlik işlerini düzenli olarak yürüttüğünü de görünce içi rahatladı. Ta ki o fırtınaya kadar:
Gece yarısı, fırtınanın o müthiş uğultusuyla uyandı. Öyle ki, bina çatırdıyordu. Yatağından fırladı, adamın odasına koştu: 'Kalk, kalk!
Fırtına çıktı. Her şeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım.' Adam yatağından bile doğrulmadan mırıldandı: 'Boş verin efendim, gidin yatın. İşe girerken ben size fırtına çıktığında uyuyabilirim demiştim ya.' Çiftçi adamın rahatlığına çıldırmıştı. Ertesi sabah ilk işi onu kovmak olacaktı, ama şimdi fırtınaya bir çare bulmak gerekiyordu.
Dışarı çıktı, saman balyalarına koştu: A-aa! Saman balyaları birleştirilmiş, üzeri muşamba ile örtülmüş, sıkıca bağlanmıştı. Ahıra koştu. İneklerin tamamı bahçeden ahıra sokulmuş, ahırın kapısı desteklenmişti. Tekrar evine yöneldi; evin kepenklerinin tamamı kapatılmıştı. Çiftçi rahatlamış bir halde odasına döndü, yatağına yattı.
Fırtına uğuldamaya devam ediyordu. Gülümsedi ve gözlerini kapatırken mırıldandı: 'Fırtına çıktığında uyuyabilirim'
Sıkıntılara zihnen (bilgi, plan), mânen (dua), maddeten (tedbir) hazırsanız, fırtına çıktığında uyuyabilirsiniz. Hayatınız boyunca.

2
03.08.2019 14:28

Fosforlu cevriye

Fosforlu Cevriye, Suat Derviş'in 1944-1945'te tefrika edilen, ilk defa 1968 yılında yayımlanan romanıdır. 1930'larda İstanbul’un Galata semtinde yaşayan sokak kızı Cevriye’nin polisten kaçan bir adama aşkını konu alır. Sade bir dille yazılmış eserde toplumun farklı sınıflarından insanlara yer verilir.

İlk Yayınlanma Tarihi: 1962
Yazar: Suat Derviş
Anadilinde basım tarihi: 1968
Ülke: Türkiye

2
04.09.2019 00:01

Türk haber sitelerin içerik kalitesi

Aradığınız 2 satır bilgi için 500 satırı okutan, gereksiz laf gevelemeleri dolu oluyor. Hele birde bir haberleri slider gibi okutmalarına tilt oluyorum. Haber yaptıklarını düşünüyorlar. Amaçları sayfa daha fazla tıklansın sitede geçirilen süre artsın. İnsanı gerizakalı yerine koymaktan öte gitmiyorlar. Hem bilgi kirliği var. üstüne yalan dolan yazıyorlar.

Artık Türk haber sitelerini yukarıda ki yazdığım sebeblerden ötürü okumuyorum.

#boykot

7
15.06.2019 13:09

Magnec

Türkiye'de Drupal geliştirme ve tasarım konularında hizmet veren eski ve öncü firmalardandır. Ayrıca Drupal'a takla attırdıkları rivayet arasındadır.

Magnec

3
02.08.2019 14:14

Azman dede

#AzmanDede Balıkesir`de son gömdüğümüz Çanakkale gazisi İvrindi'nin Mallıcaköyünden 104 yaşında idi. Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu,dev görünümüyle insan azmanı sayılmış herkes ona azman demeye başlamış, soyadı kanunu çıkınca da Azman soyadını almıştı. Esas ismi adeta unutulmuştu.Yıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca köyü kahvesinde kendisiyle görüştüm. Kulakları ağır işitiyordu. Köylülerden biri yardımcı oldu. Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi. Sorduklarımı cevapladı . Söz Çanakkale`ye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı:

-"Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi. Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi askere alınmış gencecik insanlardı. Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti. Bölüğü düzene soktum.Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu. Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söylerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular. Yüzbaşı sordu; "Yavrum siz kimsiniz?", içlerinden biri; "Galatasaray Mektebi Sultanisi talebeleriyiz Vatan için ölmeye geldik!.." diye cevap verdi. Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim. "Mermi böyle basılır. Tüfek şöyle tutulur. Süngü böyle takılır. Düşmana şöyle saldırılır!.." diye. Onları karşıma alıp bir bir gösterdim. Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık.Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik. Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladılar. Yer gök top sesleriyle inliyordu. Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor birgün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara yüzbaşı "Azman yandık!.." diye siperin köşesini işaret etti. O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı. Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Ürkmüşlerdi. Yüzbaşı yandık demekte haklıydı. Muharebede bir ürküntü, panik meydana getirebilirdi. Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı!..
Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı.
Al sancağı teslim etti Allah'a ısmarladı
Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana
Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana
Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha... Marş bitiyor yeniden başlıyorlar. Bitiyor bir daha söylüyorlar. Avaz avaz!.. Gözleri çakmak çakmak... Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından fırlamış dişler kenetlenmiş bekliyorlardı . O an geldi. Birden yüzbaşı "Hücum!.." diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık. İşte tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler. İşte o an. Tam o an bir makinalı yavruları biçiverdi. Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler. Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor. Hiç gitmiyor!.. İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!.."
Azman dede ağlıyordu. Ben ağlıyordum. Kahvede kim varsa ağlıyordu.Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi. Eğildi; "Azman dede hep ağlar. Niye ağladığını bugün ilk defa anlattı." dedi...

(C. Bayar Üniversitesi Öğrenci Konseyi'nin hazırladığı Çanakkale adlı kitapçıktan)

3