Hikikomori
Sosyal hayattan uzaklaşan, odalarından/ evlerinden çıkmayan, tüm gün müzik dinleyen, internette dolaşan, geri kalan zamanlarında da uyuyan gençlerde varolduğunu iddia ettiği psikolojik rahatsızlık. Çağımızın bir sorunu olarak bakılan bu mevzunun bir hastalık olduğunu düşünüyor japonlar ve ismini de böyle koymuşlar. Sosyal fobi de böyle bir hadise olsa da; Hikikomorinin farkı olası tedaviyi reddetmekmiş.
Japonya nın, anaokuluna bile sınavla öğrenci alan, stresli eğitim sisteminin ve baskıcı ailelerin sebep olduğu düşünülen psikolojik bir hastalık. kelime anlamı elini eteğini çekmekmiş
Gündeme gelip animelere bile konu olmasının asıl nedeniyse hikikomori hastası olduğu düşünülen faillerce işlenmiş bazı suçlar. bunların en çok ses getireni 3 mayıs 2000 günü, bir otobüs yolcuyu elindeki ekmek bıçağıyla rehin alan hikikomorili gencin 1kadını öldürüp 4 kişiyi yaralaması ve bir kız çocuğunu alıkoyması olayı.
Özellikle basının etkisiyle hikikomori, cinsel sapkınlıkları ve öldürme isteğini tetikleyen bir ruh hastalığı olarak lanse edilmiş ve hikikomori hastası olduğu düşünülen gençlerin ailelerinden zorla alınarak polikliniklerde tedavi edilmeye çalışılmasına neden olmuştur.
Bu rahatsızlığın, günümüz bilgisayar başında yaşayan sosyofobik gençliğiyle ilgili değil; yalnızca japonya ya özgü olduğu söylenmekte. Çünkü temel nedeninin asyalı ailelerdeki eğitim baskısı ve çocukların küçük yaşlarda kariyer kaygısına sürüklenmeleri, okul travmaları ve toplumdan soyutlanma olduğu düşünülüyor.
Çanakkale-Kirazlı’da siyanürlü altın madeni sebebiyle 195 bin ağaç kesildi. İçme suyu kaynağı Atikhisar Barajı civarında yapılması planlanan madencilik, su kaynaklarını zehirleyecek.
Kaz Dağlarının üstü altından daha kıymetlidir.
Bu katliama izin verilmemeli.
İnsan olmak
"Üzmüşler çocuğu, diğer çocuklar. ‘Senin baban çöpçü, sen de pis kokuyorsun’ demişler. Vicdan duygusu tam gelişmemiştir okul öncesi çocuklarında. Zaman zaman böyle acımasız olabilirler. Sonuçta hepsi çocuk işte. Kırmışlar yavrucağın kalbini. Çocukların güzel yanıdır gönülleri, kırılsa da çok, hemen toparlanmaya meyillidir. Yetişkinlere benzemez, kin gütmezler.
Konuştum babayla. Çok üzüldü, çocuğunun üzülmesine. Dağ gibi adam gözyaşlarını ilk kez ayırdı gözlerinden belki de. "Üzülmek yetmez dedim, bir planım var. Dâhil olur musun?" Kabul etti seve seve.
"Pis ülke" oyunu oynattım çocuklara bir gün. Türetilmiş (uydurma) bir oyun. Ne bulduysak attık yerlere. Bu arada "kötü koku spreyi" sıktık sınıfa, çocuklar görmeden tabi. Birazdan sınıf dayanılmaz bir kokuya karıştı. Dedim niye böyle oldu? Dediler öğretmenim çöplerden, pislikten. Durun dedim, bakın kapıya, biri gelecek, kurtaracak bizi bu pislikten, kokudan.
Pür dikkat kapıya bakıyor hepsi. Yepyeni sıfır çöpçü kıyafetleri, süpürgesi ve faraşı ile giriyor kahramanımız. Çocuklar büyüleniyor sanki. Bak bak bitiremiyorlar. 1.90 boy. Heybetli mi heybetli çöpçümüz.
Başlıyor hemen temizliğe. Bende pencereleri açıyorum hemen. Temiz hava nüfuz edince etkisini kaybediyor kötü koku spreyi. Yardımcı öğretmenimiz de yasemin kokulu oda spreyini sıkıyor birkaç fıs. Çocukların gözü bizi görmüyor zaten. Ama içlerine doluyor mis gibi çiçek kokusu.
Sonra yarım ay düzeninde oturuyoruz çöpçünün karşısına. Konuşuyor prova ettiğimiz gibi. "Çöpçüyüm ben" diyor. "Siz sabahları uyurken daha, ya da gece yarısı mahallenizin çöplerini topluyorum. Arkadaşlarım da var. Onlar da topluyor. Çöpler toplanmasa sokaklardan, her yer bugün sınıfınızın koktuğu gibi kokar. Çöpçülük zordur çocuklar. Çok zor iştir."
Anlatıyor uzatmadan. Kısa, öz, keskin. Anlattıkça daha da büyüyor adam.
Nasıl dinliyorlar anlatamam. Gözlerini hiç ayırmadan. Hele oğlu. Gurur duyuyor babasıyla ve her sözünde hayran oluyor ona. O bakışa ömür verilir inanın bana.
Sonra fotoğraf çektiriyoruz hepimiz kahramanımızla. Alkışlarla ve aşkla uğurluyoruz çöpçümüzü. Bir baba, bir oğul. Tedavi edilmiş iki yürek. İşimiz bu. Yüreğe dokunmak. Hanımlar, beyler! Bir çocuğun alın teriyle para kazanan babasının mesleğinden utanmasına dayanamam. Dayanırsam, öğretmen olamam.
Ertesi sabah soruyor birkaç veli. "Bizim çocuk akşamdan beri büyüyünce çöpçü olacağım diyor. Siz ne öğretiyorsunuz bu çocuklara Allah aşkına?"
Gülümseyerek cevap veriyorum. "İnsan olmayı öğretiyoruz"..
NAİM ÜNVER
Burneşa
Burneşalar: Arnavutluk’un “yeminli bakireler”i...
Balkanlar’da yüzyıllardır devam eden bir gelenek bu. O coğrafyadaki yazılı olmayan kanuna göre, kadın kocasının mülkü. Bir kadın ne kiminle konuştuğuna ne kime oy verdiğine ne de babasından kalan toprağı nasıl yönettiğine dair söz sahibi.
“Bu hak benim, ben kullanacağım” diyorsa tek bir çaresi var: Köyün 12 ileri geleni önünde yemin etmek ve erkeğe dönüşmek. Yanlış anlamayın, fiziksel bir değişim değil bu, sosyal bir değişim...
Hani var ya, iltifat: “Erkek gibi kadın” olmak...
Erkek gibi giyinip erkek gibi davranarak ve bekaret yemini ederek haklarını almak... Eskiden bütün Balkanlar’da yaygınken şimdi kuzey Arnavutluk ve Makedonya’da sayıları gitgide azalan burneşalar yaşıyor. (Boşuna dememişler Arnavuttan kız alacaksın, kız vermeyeceksin.)
Kadınlıklarını verip özgürlüklerini almışlar
İstedikleri gibi içki sigara içiyor, erkeklerle rahatça sohbet ediyor, kendi topraklarını yönetiyorlar. Kadınlıklarını verip özgürlüklerini almışlar.
Meryem Uzerli’nin “Ben bir adam sevdim, o adam aslında yoktu” dediği gibi, “Ben bir kadınım, o kadın aslında yoktu” diyorlar.
Yemini bozmanın cezası ölüm. Artık uygulanmıyor, ama özgürlüklerini kazanmış kadınlar yeniden o tutsak hayata dönmemek için son anlarına kadar erkek kalmayı tercih ediyorlar. Çoğu “Pişman değilim” diyor, “Bu halimle saygı gördüm, istediğim gibi yaşadım. Bunun için kadın olmamayı kabul ettim.”
Acının fotoğrafı
Yıl 1945... Nagasaki'ye atom bombası atılmasının ardından, kardeşinin cesedini ölülerin yakıldığı alana getiren bir Japon çocuk saygı duruşunda.
Bu resmi çeken Joe O'Donnel aslında bölgeye Amerikalılar tarafından gönderilen bir casustu. Görevi, Nagasaki ve çevresinde yüzlerce fotoğraf çekip bunları Amerikan genel kurmayına yollamaktı. Böylece yetkililer bombanın gücü hakkında daha iyi fikir sahibi olacaklardı.
Resimdeki çocuk hakkında konuştuğu şahitlerden biri, çocuğun durumunu şöyle anlatmıştı: "Ateşe doğru gelen 10 yaşlarında bir erkek çocuk gördüm. Sırtında bir bebek taşıyordu. O günlerde Japonya'da çocuklar küçük kardeşlerini sırtlarına alıp oyunlar oynardı. Önce böyle olduğunu zannettim. Fakat bu çocuğun havası tamamen farklıydı.
Buraya çok ciddi bir sebeple geldiği belli oluyordu. Ayakları çıplaktı ve yüzüne sert bir ifade yerleşmişti. Arkasındaki bebeğin kafası geriye düşmüştü, uyuyor gibiydi. Çocuk yaklaşık beş dakika kadar hiç kımıldamadan saygı duruşunda bulundu.
Daha sonra, ölüleri yakan maskeli görevlilerden biri çocuğun yanına gitti ve bebeği bağlayan kayışları çözdü. İşte o zaman bebeğin ölü olduğunu anladım. Görevli, ölü bebeği aldı ve ateşin üstüne yerleştirdi. Çocuk ise kaskatı bir şekilde dakikalarca ayakta, durumu seyretti.
Alt dudağını o kadar şiddetli ısırıyordu ki sonunda kan akmaya başladı. Kardeşinin cesedi alevlerin içinde tamamen kaybolduktan sonra, arkasını döndü ve sessizce oradan uzaklaştı."