Mutlu olmak
Mutluluk, maddi ve/veya manevi özlemlere ulaşılması sonucu hissedilen bir tatmin ve kıvanç durumudur. Mutluluğun anlamının her birey için farklı olması, mutlu olmanın yolunun her kişi için farklı şekillenmesine sebep olur. Bazı kişiler için maddi kazançlar, mevki, ün mutluluk kaynağıyken; bazıları içinse, karşılarındaki insanın gülümsemesi, doğada gördükleri bir çiçek veya bir canlı aynı derecede mutluluğa sebep olabilir. Çoğu insan hayatta mutlu olmak ister ancak gerçek mutluluğu nerelerde bulacağını keşfetmesi bazen zaman alabilir. Kişinin gelişimi boyunca tatmin ve kıvanç yaratan durumlar da değişebilir. Bu nedenle mutlu olmak için önemli olan kişinin yaşamı boyunca onu mutlu eden şeylerin farkında olması ve bunları hayatına sokmak veya hayatında tutmak için neler yapabileceğini keşfetmesidir.
"Kızılderili şefleri trenle,
New York’a getirildi.
Bir heyet kendilerini karşıladı.
Konuklara toplantı öncesi kenti gezdiriyorlardı.
Sokaklardaki insan seli, arabaların, iş makinelerinin gürültüsü kızılderilileri şaşırtmıştı..
Birara Oglala Lakhotaları’nın şefi ve şamanı Heȟáka Sápa-Karageyik bir Ağustos böceğinin şarkısını duyduğunu söyledi.
Diğer reisler onayladı ama beyaz adamlar inanmadı.
Kentte Ağustos böceğinin olmayacağını, olsa bile bu gürültüde duyulamayacağını söylediler.
Karageyik ısrar etti.
Arabayı durdurdu.
İndi, ilerideki parka gitti ve bir ağaçta Ağustos böceğini gördü.
Amerikalılar şaşırmıştı..
“Olamaz” dediler, “Sende doğa üstü güçler var.”
“Hayır” dedi Karageyik,
“Ağustos böceğini duymak için doğa üstü güce ihtiyaç yok.”
“O zaman biz niye duymadık?” dediler.
Kara Geyik cebinden metal bir 50 sent çıkardı, kaldırımda yürüyen insanların arasına yuvarladı.
Bir anda herkes “Acaba benden mi düştü?” diye paraya bakmaya başladı.
Karageyik yanındakilere sordu:
“Anladınız mı..?”
“Anlamadık” dediler.
Anlattı;
“Bir insan için önemli olan, nelere değer verdiğidir." Çünkü her şeyi ona göre duyar,
ona göre görür,
ve ona göre hisseder.
Siz doğaya değer verseydiniz,
Ağustos böceğinin,
şarkısını duyardınız...
*Alıntı
Cherokee Kızılderililerinin erkek çoçuklarına uyguladığı sınav
Cherokee Kızılderililerinin 12-13 yaşına gelen erkek çocuklarına uyguladıkları bir sınav vardır. Babası bir akşam oğluna artık erkek olduğunu kanıtlamak için bir sınavdan geçmesi gerektiğini söyler ve onu ormanın içlerine götürür. Orada oturması için bir ağaç kütüğü gösterir, çocuğun gözlerini bağlar ve onu gece boyunca yalnız bırakacağını belirtir. Çocuk bağırmamalıdır, gözlerini de sabahın ilk ışıkları bağın arasından süzülene kadar açmamalıdır. Orada kütüğün üzerinde sessiz kıpırdamadan sabahı beklemek zorundadır. Bunu başardığı zaman çocuk erkek olarak kabul edilir. Yaşadığı bu sınavı da başkasına anlatması yasaktır. Her erkek çocuk geceyi/sınavı yalnız bir başına yaşamalıdır.
Sınav zordur. Doğal olarak çocuk korkar. Rüzgarın sesi, orman hayvanlarının bağırtıları korkunçtur. Her yönden çıtırtılar, yaklaşan ayak seslerine benzer gürültüler gelir. Çocuğun aklından binbir türlü korkunç olasılıklar geçer durur. Ama sınavı geçmek ve erkek olabilmek için sabırla beklemek ve gözünü açmamak zorundadır.
Korkunç gecenin sonunda güneşin ilk ışıkları ile birlikte çocuk gözünü açar ve karşısında sessizce kendisini izleyen babasını görür. Onu yalnız bırakıp gideceğini söylemiş olan babası aslında bütün gece orada sessiz oturmuş bir tehlike durumunda oğlunu korumak için beklemiş, oğlunu sınavını yaşarken izlemiştir. Bu sınavı birlikte yaşayan baba ile oğul birbirlerine çok farklı bağlanırlar, baba oğlunu anlar çünkü aynı sınavdan geçmiştir, aynı zamanda oğul da babası için ne kadar değerli olduğunu anlar.
Hepimiz bazen korkunç, acı veren, çözümsüz sandığımız, anlamadığımız sınavları yaşarız. Bu sınavlar kendimizi kanıtlamak için de olabilir.
Her sınavla birlikte yaşamı anlar ve olgunlaşırız. Zaman zaman yalnız kaldığımızı da sanırız ama eğer oyunu kuralına göre oynarsak daima birileri, hatta sınavı yapan, bizi gönüllülükle gözetir..
Hayatınıza dokunan ve el verenleriniz eksik olmasın.
Tarihte putperestliğin yeri
Tarihte hiç bir zaman Putperestlik diye bir şey VAROLMADI.
Eski Pagan Kült heykelleri, Tanrıları temsil ediyorlardı ve bu nedenle heykellere tapılmıştır. Heykellerin Tanrıların kendileri olduğuna inanılmadılar, çünkü onlar her zaman genellikle sembolik muamele gördüler. Yiyecekler, kıyafetler gibi armağanlar sunmak ve daha bir çok dini ibadet için kullanıldılar. Bu heykeller Tanrıların varlığını sembolize etmek için tapınaklarda bulundular ve genellikle siyasi nedenlerle de kullanıldılar. Bronz ve erken demir çağ metinleri, bir zaferden sonra İmparatorların "Tanrılarını aldıklarından" bahseder. Bu egemenliği temsil eder ve bölgedeki dini inançları azaltmak için yapılırdı. Bir Tanrının heykellerini almak, kırmak o Tanrıya inançlarını azaltmanın bir yoluydu. Amaç siyasi ve diniydi.
Tarihte gerçekten de hiç bir Pagan dini heykellerin, görüntülerin veya başka şeylerin Tanrıların kendileri olduğuna inanmamıştır. Bu Katolik İkonografiye benzemektedir. Onlar Tanrıların hatırlatıcıları ve temsilleriydi. Aynı Kabe'nin Müslümanlar için Allahın hatırlatıcısı ve temsilcisi olduğu gibi.. Ya da Kara Taşın Allahın eli olduğuna yönelik inanç gibi.. Tıpkı Hristiyanlar ve Müslümanların yaptıkları gibi Paganlarda Tanrıyı yüceltmek ve övmek için bu tarz şeylere ihtiyaç duymuşlardır.
Bir Paganistin evinde doğal olarak Tanrıları temsil eden heykeller veya görüntüler bulunur. Örneğin Minerva'nın heykelinin olması, bir Paganistin masasında Minerva'nın olduğu anlamına gelmemektedir. Sadece bilgelik ve sanatı kullanmasını hatırlatmak için taşa işlenmiş onun(Sanat ve Bilgelik Tanrıçası Minerva) imgesidir. Ona saygıyla davranır çünkü onun imgesidir. Ama eğer yere düşüp kazayla kırılırsa, Tanrıça'nın paramparça olduğuna inanılmaz. Bir yakınımızın resmini yanınca, gerçekte onun yanmış olmadığı gibi..
İbrahimi dinler, putperestlerin aptalca görünmesini ve onlarla alayı haklı göstermek amacıyla Paganizmi "Heykellere tapma" olarak göstermişlerdir. Eski İbrahimi dinlerin inanlıları, heykellerin / imgelerin Tanrılar olmadığını tam olarak biliyorlardı. Bu sadece sembol ettiği Tanrıyı ve onu değerli kılan insanları etkili bir şekilde reddetmenin yoluydu.
Aslında bu hala oluyor. Protestanlar gibi kimseler Katoliklerin Aziz, Meryem Ana, Melekler ve İsa'nın heykel ve resimlerinin olmasını Puta tapmak olduğunu söylerler. İslama göre tüm heykeller ve resimler putperestliktir. Bu nedenle heykel ve resim yapmak yasaktır. Aynı şekilde Kabe'ye eğilmenin bir tür putperestlik olduğunu söyleyen Müslümanlarda mevcuttur. Yahudiler diğerlerine göre daha az katıdır. Onlarda herhangi bir resim, herhangi bir taşa yönelim veya herhangi bir Aziz yoktur. Yahudilikte zaten diğer uluslara benzememe vardır. "Yani yaptıklarını yapmıyoruz. Böylelikle yaptığımız şeyin doğru olduğunu biliyoruz." mantığını kullanırlar.
Pagan dinleri çok Tanrılı dinlerdir. Tüm Tanrılara iman edilebilir ve ibadet edilebilir. Her birinin insanlara getirecek değeri vardır. Tek Tanrıcılık bu anlayışı benimsemez ve bu yüzden diğer inanç sistemleri hakkında yanıltıcı ifadeler kullanır. Tek Tanrılı bir dinin gelişmesi, insanların neden tek Tanrıcılığı seçmeleri gerektiğini açıklamalarına bağlıdır. Bu nedenle Paganların, Puta taptıkları şeklinde bir saçmalığı ortaya atmışlardır. Bu zamanla sonraki nesillerce gerçek olduğu zannedilmiştir. Ve insanlar büyük bir yanlış anlamanın, yalanın içerisinde kalmışlardır. Aslında Tevrat, bazı yerlerde Putperestliğin heykellerin ardındaki Tanrılara tapmak olduğuna ve bir doğa inancı olduğunu açıklasa da; Kuran, Müslümanları tamamıyla yanıltır.
Tarihte Tanrıları temsil eden pek çok nesne var oldu. Canlı hayvanlar, heykeller, Ateş, basit şekilsiz taşlar, Kabe gibi küp şeklindeki İslam öncesi Pantheonlara kadar.. Müslümanlar Kabe'nin put olmadığını çünkü Putperestlerin taşa taptıklarını, kendilerinin ise Allaha taptıklarını söylüyorlar. Bu tamamıyla yanlıştır. Onların Putperest olarak adlandırdıkları kişiler her ne yapıyorlarsa, onlarda tam olarak onu yapmaktadırlar. Müslümanlar, Kuran tarafından yanıltılan insanlardır. Çünkü Hz. Muhammed'de önceki İbrahimi dinler tarafından yanıltılmıştı. Özellikle İsa'nın 2. kuşak öğrencilerinin Romalılar ile yaptığı tartışmalarda çok sıklıkla bu yanıltıcı ifadelere başvurulmuştu.