Sevgililer gününün kökeni, Antik Roma'da kötü ruhları kovup, sağlık ve bereketin çağrıldığı 3 gün boyunca kutlanan çok eski bir festivale dayanıyor. Adı "Lupercalia".
Bu günler de aynı zamanda tanrıça Juno Februa'nın (Evlilik ve Doğum Tanrıçası) doğuşu olduğu için de bir dizi kutlama yapılırmış. Yani bereket ve üreme bayramı.
Aynı festival bu topraklarda 3 gün boyunca tutulan Hızır Orucu ile karşımıza çıkıyor.
Her ikisinin tarihi de 13-14-15 Şubat.
Bütün bunlar elbette bir tesadüf değil, halkların bize unutturmadığı bir gerçek: Mevsimsel döngüler.
Avrupa'da sevgililer gününe dönen bu kutlama Anadolu'da rüyamızda evleneceğimiz kişiye dönüşmüştür.
Toprağa düşen ilk cemrenin ardından, baharın gelişinin kutlandığı bugünlerde evliliklerin, nişanların, törenlerin yapılması elbette çok normal. Doğadaki bitkilerin, hayvanların yeşerip uyanması gibi insanların da tohum vermeye başlayacağının habercisidir bu törenler.
Ancak bu kutlamalar bugün karşımıza içi boşaltılmış bir sevgililer günü olarak çıkıyor. Doğanın sömürüldüğü bir kent kültüründe doğanın uyanışını kutlamak elbette kentli için hiç akıl kârı değil...
Ama yine de gerçekler ortada.
Bugün hala köylerde insanlar Hızır geldiğinde birlik ve bütünlüğü çağrıştıran paylaşımlarını sürdürüyor. Mumlar yakılıyor, kömbeler dağıtılıyor. Şehirde de geleneklerini yaşatmaya çalışanlar bunu sürdürüyor.
Yani bu sene sevgililer gününün hediye çılgınlığını bir yana bırakalım. Tekrar eski günün gerçek anlamını kutlayalım. Hayvanlara doğaya sarılalım. Yeryüzünün bir parçası olduğumuzu hatırlayalım.
Toprak ana uyanırken biz de uyanalım.
Yeryüzünü kutlayalım.
Kalbinizi takip edin.
Kalbin rengi yeşildir .
Aşk ile...