Popüler

Bugün en çok okunan başlıklar
26.08.2019 18:08

Roketlerin yeni alternatifi buharlı balonlar

Bilim insanları uyduları uzayın belirli bölgelerine yerleştirmek için hem daha düşük maliyetli, hem de daha verimli bir yol üzerinde çalışmalarını sürdürüyorlar.

Uyduları roketler aracılığıyla uzayda istenilen bölgelere fırlatmak son derece maliyetli ve zorlu bir süreçtir. Finlandiya Meteoroloji Enstitüsü'nden bir ekip, bu konu üzerine "Buhar Balonları" adlı bir çalışmaya başladılar. Henüz bu düşünce üzerine fiziksel temeller atılmasa da, yapılan bilgisayar simülasyonları ile birlikte Buhar Balonlarının maliyet açısından avantaj sağlayacağını, çevreyi roketlere nazaran daha az kirleteceğini ve istenilen bölgeye daha etkin gidebileceğini söyleyebiliriz.

Araştırmacılar, balonun içerisini sıcak bir buharla doldurmayı planlamaktadır. Balon yükselmeye başladıkça su buharının bir kısmı yoğunlaşacaktır. Yoğunlaşma ile birlikte soğutmayı yavaşlatan ve kalan buharın gaz halinde kalmasına yardımcı olan ısıyı açığa çıkaracaktır. Beklenilen yüksekliğe ulaşıldıktan sonra Buhar Balonları uzayda istenilen bölgeye konumlanacaktır. Balon buharlarının içerisindeki buhar miktarı bittiğinde tekrar kullanılmak üzere toplanılabilir.

Roketlerin yeni alternatifi buharlı balonlar
0
26.08.2019 18:11

Türler arası yayılan kanser

Bilim adamları hayvanlar arasında bulaşıcı olan ilk kanser türünü keşfetti ve iddia edilene göre virüs gibi bulaşıcı kanserler düşündüğümüzden daha yaygın.

Sekiz farklı bulaşıcı kanser türü tanımlandı. Kanserin köpeklerde bir ve tazmanya canavarlarında iki çeşit olduğunu birkaç yıldır zaten biliyoruz ancak yeni bir çalışma dört molüsk türünde ve onların yakın akrabalarında beş bulaşıcı kanser çeşidi daha belirledi. Araştırma grubunun başkanı olan Kolombiya Üniversitesi Sağlık Merkezi’nden Stephen Goff’a göre, belirli kanser çeşitleri çift kabuklular olarak bilinen bu tür deniz canlıları arasında yayılmaya devam ediyor.

Lösemi benzeri kanser Kanada yakınlarında toplanan midyelerde, kum midyelerinde ve İspanya kıyılarındaki istiridyelerde bulundu. Üç durumda da, Goff ve araştırma grubu kanserin su altı kolonilerinde yaşayan türler arasında yayıldığına dair kanıt buldu. Hasta çift kabukluların öldüklerinde kanserli hücreler yaymaları ve bu hücrelerin başka bir canlı tarafından alınacak kadar uzun süre yaşamaları mümkün. Midye, istiridye ve kum midyelerinin tamamı pasif süzücülerdir, hepsi az gelişmiş sindirim sistemine sahiptir ve saldırılarla mücadele etmek için gerekli imkanlardan yoksunlardır.

Tümörlerin genetik tahlilleri virüslerin var olan canlıdan değil dış kaynaklardan geldiğini ortaya çıkardı. Kaplan’ın söylediğine göre tümör hücreleri yerleştikleri canlılarla aynı DNA’ya sahip değil. Ayrıca, her midye virüs gibi bir canlıdan diğer canlıya giden aynı kanser hücresi dizini tarafından öldürülmüş.

Goff, Washington Post’a şunları söyledi: “Tahmin ediyorum ki bilinen kanserlerin çoğunun bulaşıcı türden olduğu ortaya çıkacak.” “Kaç deniz canlısının daha bu yüzden zarara uğrayacağınız gerçekten bilmiyoruz.”

Ayrıca geçen sene Kanada sahillerindeki midyelerden gözlemlendiği kadarıyla, bu durumun yıkıcı etkileri olabilir. Jim Sherry, CBC News’e şunları iletti: “Özellikle yazın sıcak olduğunda ve hastalık hızla yayıldığında kanserden ölmüş istiridyelerle dolu alanlar bulduk.”

Bilim adamlarının bir sonraki adımı ise çapraz-tür bulaşıcı hastalıklara neden olan belirli mutasyon çeşitlerine odaklanmak olacak.

0
28.08.2019 13:25

Mesleklere göre yalanlar

Ayakkabıcı: Giydikçe açılır.
Emlakçı: Merkeze 10 dk.
Öğretmen: Zeki ama çalışmıyor.
Esnaf: Bana gelişi bu.
Galerici: Dosta gider.
Memur: Sistem gitti.
Siyasetçi: Kandırıldık.

4

Milliyet’in akaryakıt zammına “değişiklik” demesinin ardından yüzde 25’lik taksi zammına Taksiciler Odası Başkanı “düzeltme” demiş. Peki sizce bundan sonra #ZamDemeyelim de ne diyelim?

0
luvia frigs paylaştı

Kendisini pazarlamaya çalışan kocasını öldüren Çilem Doğanın tarihi savunması ; .
" Erkekler takım elbise giyip önüne bakınca cezası iniyor, benim takımım, kravatım yok, annem apar topar bu tişörtü bulabilmiş. Bir de ne yalan söyleyeyim hayatta kalmış olmanın saklayamadığım bir sevinci var içimde. Şu adliye koridorlarında yüzüm mor şekilde çok dolaştım koruma kararları için. Başka bir seçeneğim kalmamıştı. O ölmese ben ölecektim. O size beni pazarlamaya karar verdiğini söylemeyecekti başka adamların koynuna beni sokma planlarını anlatmayacaktı benim patlıcan fazla pişti diye perdeler azıcık kirlendi diye masada kırıntı kaldı diye yediğim dayakları söylemeyecekti. Kaç kere hastanelik olduğumdan bahsetmeyecekti. Çay bahçesinde çekilmiş bir fotoğrafım var. Biraz yan gülmüşüm. Belki de o fotoğrafı gösterip namussuz karılar gibi çıkmış filan diyecekti. Karısını başka adamlara satan o değilmiş gibi “namusumu temizledim” diyecekti. Siz onu 3-5 yılla yargılayıp namusu kirlendi diye mazur görüp yandan gülüşümü tahrik sayıp bir de üzülecektiniz adama. Oysa namus benimdir Hakim Bey, bir kağıda imza attık diye kimselere bırakmam."

#EmineBulut

0
Literary frigs paylaştı

Mozilla yayınladığı son yamayla Firefox'da bulunan ve Firefox'da kayıtlı şifrelere ulaşmayı sağlayan açığı kapattı. Açık sayesinde kaydedilen şifreleri tutan ana şifre atlatılarak tüm şifrelere ulaşılabiliyordu.

0
28.08.2019 12:48

Kaktüsler ve çocuklar

Meksika’da çölde yetişen bir tür kaktüs vardır. Agave Kaktüsü…

Bu kaktüs tekilanın hammaddesi olduğu gibi, yapraklarında da Sisal denen ipeksi bir iplik var ve ipekten daha pahalı bir kumaşın yapımında kullanılır.

Bir gün bir işadamı bu kaktüslere yatırım yapmaya karar verir.

Büyük bir fabrika kurar, büyükçe ve verimli bir tarlada kaktüsleri yetiştirmeye başlar.

Kaktüsleri orada daha büyük ve daha bol yapraklı yetiştirmek için her türlü fedakârlığı yapar.

Kaktüsleri bol vitaminler ve zenginleştirilmiş gübrelerle besler.

Çabaları sonuç verir, daha iri ve yaprakları daha büyük bitkiler elde eder.

Sıra yaprakların içindeki iplikleri toplamaya gelir. İlginç bir olayla karşılaşırlar; hemen hemen tüm kaktüslerde bu iplikler kaybolmuştur!

Yapraklar daha iri olmuş ama içlerindeki iplikler kaybolmuş.

Buna bir türlü anlam veremez ve işadamı büyük bir zararla fabrikayı kapatmak zorunda kalır.

Ama olayın sebebini öğrenmek ister ve sorunun peşini bırakmaz. Sonuçta Amerikalı bir bitki biyoloğu ile anlaşır.

Bitki biyoloğu çöle gider, bu tür kaktüslerden birinin yanında çadır kurar ve bir-iki ay kaktüsü gözlemler, inceler ve sonuçta bir rapor yazar.

Raporda şu ifade yer alır;

“…bu ipliklerin ortaya çıkma sebebi çölün çetin ve zor koşullarıdır.
Siz bu kaktüsü rahat bir ortama yerleştirmekle onu bu yeteneğinden mahrum bırakmışsınızdır…. “

Çocuk yetiştirirken, eğer ona kötülük yapmak istiyorsanız her istediğini verin.

Eğer iyilik yapmak istiyorsanız, bırakın bazı sorunlarını kendisi çözmeye çalışsın…
Bunu yaparken de kendisini geliştirsin…

0
28.08.2019 12:07

Eski İngilizlerin böbreklerinde dev solucanlar yaşadığı keşfedildi

Cambridge Üniversitesi'nde gerçekleştirilen bir araştırma, Tunç Çağı'nda yaşayan İngilizlerin böbreklerinde takriben bir metrelik solucanlar olduğunu ortaya koydu. Araştırmacılar, o vakitlerde İngiltere'de yaşayan ve 'Britonlar' olarak adlandırılan insanların çiğ balık, kurbağa ve kabuklu deniz hayvanlarını yedikleri için böbreklerinde ölümcül solucanlar oluştuklarını belirtti.
Araştırma içerisinde betimleyen İngilizler, Must Farm isimi verilen ve İngiltere'nin doğusunda yer alan bir yerleşim yerinde kalıyor. Hanelerinin su üzerinde bulunduğu belirtilen araştırmada kişilerin yerleşim yerleri arasında bataklık üzerindeki köprüler arasında geçiş yaptıklarını belirtiliyor.
Yerleşim yeri, bundan 3.000 sene önce devasa bir yangında yerle bir oldu ancak bataklık ortamı o döneme ait olan eşyaları son derece başarılı bir şekilde savunduğu için arkeologlar oradaki kişiler üzerine araştırmalar yapabildi. Tüm bunların yanı sıra araştırmacılar, insan dışkılarına da erişebildi ve bu dışkılar Cambridge Üniversitesi tarafından incelendi.
Araştırmanın başında yer alan isim Piers Mitchell, "Dışkıyla alakalı olan maddelerden iki değişik şekilde numune alabildik. Evvela kulübelerin altındaki ve çevrenindeki çamurların numunelerini aldık. Bunun hemen peşinden çamur içerisinde muhafaza edilmiş olan dışkılar, alanda kazı yapan arkeologlar tarafından incelendi" izahlarında bulundu.
Fosilleşmiş olan dışkılar içerisinde son derece güzel bir şekilde muhafaza edilmiş parazit yumurtalarıyla karşılaşıldı. Araştırmacılar, bu parazitlerin insan vücudunda barınabilmesi için balık ve deniz ürünlerinin çiğ bir şekilde tüketilmiş olması gerektiğini söyledi.
Araştırmanın başyazarı Mitchell, dev böbrek solucanlarının büyüdükleri böbreği yok edebileceğini ve bizim de sadece iki adet böbreğimiz olduğunu belirtti. Bu yüzden bir insanın böbreğinde solucan çıkması neticeninde kişinin böbrek yetmezliğinden can verebileceği belirtildi. Araştırmanın neticeleri pek iç açıcı olmasa dahi Mitchell ve ekibi araştırmadan hoşnut olduklarını ve belirtilerinin ilmi araştırmalar için büyük ehemmiyet arz ettiğini belirtti.

Kaynak: https://www.foxnews.com/science/ancient-britons-had-giant-worms-in-thei…

0
28.08.2019 12:01

Dini metinlerin yanlış yorumları ve yoksulluk nedeniyle Terörizm

Papa ve El-Ezher'in Büyük Şeyhi: Dini metinlerin yanlış yorumları ve yoksulluk nedeniyle Terörizm

Katolik dünyasının ruhani lideri Papa Francis ve El-Ezher büyük Şeyhi Ahmet Et-Tayyip, "Dünya barışı ve birlikte yaşama için İnsani Kardeşlik üzerine bir belge imzaladı. Ve Papa Francis gibi kandırılma konusunda istekli birine, Et-Tayyip veya başka bir uygulayıcı aldatıcıdan bekleyebileceğimiz gibi yalanlar ve arzulu düşüncelerle dolu. Christine Douglass-Williams, düşünen bir kişinin Et-Tayyip'in samimiyetinden şüphelenmesi için nedenlerinden bazılarını ayrıntılı olarak açıkladı ve önümüzdeki günlerde belgedeki cahilce ifadelerden bazılarını açıklamayı planlıyorum.

İşte bir tanesi:

"Terörizm içler acısı bir durumdur ve Doğu veya Batı, Kuzey veya Güney'de olsun, halkın güvenliğini tehdit ediyor ve panik, terör ve karamsarlığı yayıyor, ancak teröristler onu araçlaştırırken bile dine bağlı değiller. Bunun yerine dini metinlerin yanlış yorumlanmasından ve açlık, yoksulluk, adaletsizlik, baskı ve gururla ilgili politikalardan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle finansmanlar, silah ve strateji sağlaması ve medyayı kullanırken bile bu hareketleri haklı çıkarma yönelik terörist girişimleri desteklemeyi bırakmalıdır. Bütün bunlar güvenlik ve dünya barışını tehdit eden uluslararası suçlar olarak kabul edilmelidir. Bu tür terörizm, her türlü biçim ve ifadeyle kınanmalıdır..."

Terörizm "dini metinlerin yanlış yorumlanmasından ve açlık, yoksulluk, adaletsizlik, baskı ve gururla ilgili politikalar" nedeniyledir deniliyor.

Öyleyse Sünni İslamdaki otorite kaynakları, Sünni Hukuk okulları, Kuran ve Sünnet hakkındaki yorumları da yanlış mı? İşte Müslüman olmayanlara karşı cihat savaşı hakkında söyledikleri:

Şafi Okulu: 1991 yılında İslam dünyasının önde gelen otoritelerinden El-Ezher Üniversitesi din adamları tarafından onaylanmış olan ve Sünni Ortodoksluğun güvenilir bir rehberi olarak İslam Hukuku Şafi El Kitabı, cihat hakkında şunları söylemektedir: "Halife, Hristiyanlar, Yahudiler ve Zerdüştler ile Müslüman oluncaya kadar veya Müslüman olmayanlara özgü cizye vergisini ödeyinceye kadar savaşmalıdır." İslam Hukuk konusunda Ürdünlü bir uzman olan Şeyh Nuh Ali Salmanın bir yorumunu ekliyor: "Halife bu savaşa yalnızca ilk olarak İslami inanç ve uygulamalara girmeye davet etmesi şartıyla ve eğer yapmazlarsa onları Müslüman olmayan vergisini ödeyerek İslamın sosyal düzenine girmeye davet etmesi şartıyla yapabilir... Atalarının dinlerinde kalırken. " (Umdat al-Salik, o9.8).

Elbette bugün halifelik yok ve bu nedenle Usame ve arkadaşlarının cihadına hiç bir otorite izin vermediğinden yasadışı bir şekilde cihat yaptıkları sık sık tekrarlanıyor. Ancak eylemlerini, hiç bir devlet yetkisine ihtiyaç olmayan savunma cihadı olarak açıklıyorlar ve bir Müslüman toprağa saldırılırsa bu herkes için zorunlu olur. (Umdat el-Salik, o9.3) Bununla birlikte savunma cihadının sonu, Müslüman olmayanlarla eşit bir barışçıl birliktelik değildir. Umdat El-Salik, Müslüman olmayanlara karşı savaşın İsa'nın nihai inişine kadar devam etmesi gerektiğini söyler. Bundan sonra İslamdan başka hiç bir şey kabul edilmeyecektir çünkü cizye vergisi sadece İsa'nın inişine kadar geçerlidir." (o9.8).

Hanefi okulu: İslam Hukuku Hanefi El Kitabı aynı yasaları tekrarlıyor. İnsanların savaşmadan önce İslamı kucaklamaları için çağrılmaları konusunda ısrar ediyor, çünkü Peygamber, komutanlara emir verdi ve kafirleri imana çağırmaya yönlendirdi. Bu cihadın ekonomik kazanç için değil, sadece dini nedenlerle yürütülmesi gerektiğini vurgulamaktadır: İslam çağrısından, insanlar bundan dolayı din uğruna saldırıya uğradıklarını ve mülklerini alma uğruna uğramadıklarını algılayacaklardır.

Bununla birlikte, "Kafirler çağrıyı aldıktan sonra rıza göstermez ya da vergi ödemeyi kabul etmezlerse, Müslümanların Allahtan yardım istemeleri ve onlara savaş açması gereklidir. Çünkü Allah ona hizmet edenlerin yardımcısı, düşmanlarının ise yok edicisidir. Her seferinde onun yardımını istemek gereklidir. Dahası Peygamber bize öyle emreder." (Al-Hidayah, II.140)

Maliki Okulu: Öncü bir tarihçi ve filozof olan İbn Haldun (1332-1406) Maliki hukuk teorisyeniydi. Tarihsel teorisinin ilk eseri olan Mukaddime'de "Müslüman toplumda, kutsal savaşın, Müslüman misyonun evrenselliği nedeniyle dini bir görev olduğunu ve zorunlu olarak herkesin İslama çevrilmesi gerektiğini söyledi." İslamda dini meselelerden sorunlu olan kişi güç politikaları ile ilgilenmektedir, çünkü İslam dünyanın geri kalanı üzerinde güç kazanma yükümlülüğü altındadır."

Hanbeli Okulu: Günümüzde yaygın olan radikal ya da köktenci İslam olarak bilinen şeylerin büyük orta çağ teorisyeni olan İbn Teymiye bir Hanbeli Hukukçusu idi. "Yasal savaşın esasen cihat olduğu ve amacın dinin tamamen Tanrının olduğu ve Tanrının sözününü en üstte olduğu, bu nedenle tüm Müslümanlara göre, bu amaç doğrultusunda duranların mücadele etmesi gerektiğini belirtti.

Bu aynı zamanda günümüz İslam alimleri tarafından öğretilmektedir. Majid Khadduri, Irak'ın uluslararası üne sahip İslam Hukuku alimi idi. Khadduri, 1955 yılında yayınlanan ve konuyla ilgili en açık ve aydınlatıcı çalışmalarından biri olan İslam hukukunda savaş ve barış adlı kitabında, şöyle söylemiştir:

"Belli bir dini evrenselleştirmek için bir araç olarak görülen devlet, sürekli genişleyen bir devlet olmalıdır. Başlıca işlevi, Tanrının yasasını uygulamaya koymak olan İslam devleti, İslamı tüm dünyada egemen olan ideoloji olarak kurmaya çalıştı... Bu nedenle cihat, hem dinin evrenselleşmesinde hemde bir İmparatorluk Dünya Devletinin kurulması için bir araç olarak kullanılmıştır." (Sayfa 51)

Imran Khan Nyazee, İslamabad'daki Uluslararası İslam Üniversitesi, Şeriat ve Hukuk fakültesinde yardımcı Profesördür. 1994 yılında, İçtihad Metodolojisi kitabında, 12. yüzyıl Maliki Hukukçusu İbn Rüşd'den söz eder: "Müslüman hukukçular, Ehl-i Kitap ile savaşmanın amacının iki şeyden biri olduğu konusunda hemfikirdirler: Ya Müslüman olmaları ya da cizye ödemeleri." Nyazee şu sonuca varıyor: "Bir Müslüman topluluğunun asıl amacı, Hukukçuların gözünde, Allahın sözünün cihat yoluyla yayılması ve sonrasında Müslüman olmayanların boyun eğdirilip, cizye vergisinin ödenmesini sağlamaktır."

Dini metinleri, yanlış yorumlayan biri nasıl Uluslararası İslam Üniversitesinde Şeriat ve Hukuk fakültesinde Profesör oldu?

Yoksulluğun terörizme yol açtığı fikrine gelince, bu sadece Batılı milletlerin, Müslüman devletlerin hükümetlerini kontrol etmeleri için bir çağrıdır. Aynı zamanda gözle görülür derecede yanlıştır. New York Times bir rapor yayınladı. "11 Eylül 2001... saldırılarından kısa bir süre sonra... Princetonlu Ekonomist Alan B. Krueger, yoksulluğun terörizmde önemli bir faktör olduğu varsayımını test etti. Krueger'in ekonomik figürler, anketler, intihar bombacıları ve nefret grupları hakkındaki verileri, ekonomik sıkıntılar ve terörizm arasında bir bağlantı bulamadı."

CNS News Eylül 2013'te şunları not etti: "2009'da Savunma Sekreterine hazırlanan terörle mücadele hakkındaki Rand Corporation'ın raporuna göre, Teröristler özellikle yoksulluk, eğitimsizlik veya akıl hastalığından etkilenmemiştir. Demografik olarak, en önemli özellikleri normallikleridir(Çevrelerinde). Terörist liderler, aslında göreceli olarak ayrıcalıklı kökenden gelme eğilimindedirler." Rand raporunun, yazarlarından biri olan Darcy Noricks, bir dizi akademik çalışmaya göre, Teröristler genel nüfustan daha fazla eğitimli olduklarını ortaya çıkardı.

Ancak, yoksulluğun terörizme yol açtığı analizine başvuruldu ve yeniden başvuruldu ve yeniden başvuruluyor. Ve şimdi de Papa bu yanlışlığa imza atıyor.

"Bırakın onları; onlar körlerin kör kılavuzlarıdır. Eğer kör köre kılavuzluk ederse, her ikisi de çukura düşer." Matta 14:15

Papa ve El-Ezher
0
28.08.2019 11:54

Az bilinen bilimsel gerçekler

1- NASA, daha önce Voyager 1 ile ilk kez Güneş sisteminin dışına çıkmış ve adeta imkânsızı başarmıştı. Araç, yaklaşık 35 yıl boyunca uzayda yol almış, bu görev 2012 yılında hedefine ulaşmıştı. Bu alandaki bir sonraki görev de 5 Kasım 2018’de Güneş sisteminden çıkan Voyager 2 ile gerçekleşmişti. Bu görevler, Güneş sisteminin dışına çıkmanın mümkün olduğunu gösterirken henüz Güneş’e ulaşabilen bir uzay aracı üretmek hayalden farksız.
2018’de “Parker Solar Probe” projesini başlatan NASA, aracın Güneş’e 6.437.376 kilometre uzakta kalacağını açıklamıştı. Sayıyı okumadan geçmiş ya da okurken duraksamış olabilirsiniz, bu bile görevin ne kadar zor hatta imkânsız olduğunu gösteriyor.
Güneş’in çekim kuvvetinin yüksek olması nedeniyle Güneş’e doğru bir araç yollasak zaten Güneş, aracı kendine çeker diye düşünebilirsiniz ancak bu da oldukça zor. Böyle bir aracı üretmek için Dünya ile aynı hızda hareket eden ancak Dünya’nın tersine giden bir rokete ihtiyaç duyulur. Tahmin edersiniz ki günümüz teknolojisiyle bunu üretmek imkânsız olduğundan Güneş’e araç göndermek de imkânsız olarak yorumlanır.

2- Göktaşlarının atmosfere girdikten sonra yandığı ve bunun halk arasında yıldız kayması olarak adlandırıldığı herkesçe biliniyor. Bu yanma, atmosfer ile göktaşı arasındaki sürtünmeden kaynaklı oluşur. Tabii yanma olayı, uzaya gidip gelen araçlar için en büyük tehlikelerden biridir. Atmosfere giren uzay araçlarının etrafında oluşan ısının kaynağı sorulduğunda göktaşındaki duruma dayanarak “sürtünme” yanıtını verebilirsiniz ancak doğru yanıt sürtünme değil.
Uzay boşluğundan atmosfere giren uzay araçları, saatte yaklaşık 27.500 km hız ile hareket eder. Araçlar, bu hızla ilerlerken önündeki atmosferi oldukça hızlı bir şekilde sıkıştırır. Sıkıştırma işlemi sonucu sıcaklık, 1.650 santigrat dereceye kadar ulaşır.
Sürtünme bu işin neresinde diyebilirsiniz; onu da şöyle açıklayalım. Uzay aracı atmosfere girdiğinde hava o kadar ısınır ki aracın çevresinde adeta ballı 3310’da balın yaptığı gibi bir plazma şok dalgası oluşur. Bu şok dalgası, yalıtım etkisi gösterir ve aracı sürtünmeden korur.

3-Yağmur yağarken çakan şimşekler, kimi zaman korkutucu olabiliyorlar. Son dönemde sıkça duyduğumuz yıldırım düşmesi haberleri de artık yağmur ve fırtınaya dışarıda yakalananları tedirgin ediyor. Birçok uzmana göre fırtına sırasında durulması en tehlikeli yer olan ağaç altları, her şeye rağmen birçok kişinin tercihi hâline geliyor.
Oysaki düşünülenin aksine otomobillerin içleri, yıldırım düşmelerine karşı oldukça korunaklı yerler. Araçların lastiklerinin yalıtkan olması, toprakla iletimi kestiği için araçların tehlikeli olduğu düşünülebilir ancak lastiklerin yalıtkanlığı, yıldırım düşmesi gibi yüksek boyutlardaki yük transferini durduracak seviyede değildir.
Aracın içindeki kişiyi güvende kılan en önemli yapı ise aracın metal kısmıdır. Aracı sarıp sarmalayan bu metal kısım, “Faraday kafesi” görevi görür ve elektrik yükü yüzeyden toprağa akar. Tabii aracın içi ne kadar güvenliyse fırtına sırasında “Faraday kafesi” etkisi gören metal yüzeye temas etmek de o kadar tehlikelidir.

4- NASA’nın uzay araçlarının içinden paylaştığı videolarda astronotların yer çekimsiz bir ortamda olduğuna dair bazı gözlemler yapsak da aslında bu durum tam olarak öyle değil. İlk olarak şu konuda anlaşalım: Yer çekimi, uzay da dâhil olmak üzere her yerde mevcut. Küçük ya da büyük olsun evrendeki her nesne, birbirine çekim kuvveti uygular. Aslında evreni bir arada tutan kuvvet de budur.
Uluslararası Uzay İstasyonu da her şeyde olduğu gibi yer çekimi etkisini yansıtır. İstasyon içindeki astronotlar, istasyon ile aynı ivmeye sahip olduklarından dolayı havada yüzüyor gibi görünürler.
Buna benzer bir ortamı aslında yeryüzünde de oluşturmak mümkündür. Bir asansörde en üst kattayken halatın koptuğunu düşünürsek, asansör içindeki kişi de aslında ağırlıksız bir durum hisseder.

5- Aklınıza fizik derslerinde gösterilen sayfalar dolusu termal karakteristik denklemi gelebilir ancak bu gerçek, o formüllerin pratikteki karşılığı olmasıyla oldukça önemli. Burada dikkat etmemiz gereken termal karakteristik kuralı, metallerin herhangi bir malzemeden daha iyi termal iletkenliğe sahip olması ve sıcaklığı nasıl hissettiğimiz.
İnsan vücudu, temel olarak sıcaklığı direkt tespit edemez ancak sıcaklık farkını algılayabilir. Elimizle dokunduğumuz bir nesneyle elimiz arasındaki sıcaklık farkı, nesnenin sıcaklığı hakkında bize ipucu verir. Elimizden daha soğuk bir nesneye dokunduğumuzda parmağımız ısı kaybeder ve üşüme hissi gelir. Metaller ısıyı iyi ileten malzemeler oldukları için ahşap malzemeye göre sıcaklık farkı anında hissedilir ve aslında metal malzeme daha soğukmuş gibi görünür.
Tencerede pişen bir yemeği biraz soğuttuktan sonra yiyebilirken yemeğin bulunduğu tencereye dokunamamak da aslında bu gerçeği gösteren en temel deneydir. Tabii sağlamlık testlerimizde çakmakla yaktığımız ekranların metal olmaması da en büyük şansımız.

6- Sulama sistemlerinden araba yıkama merkezlerine kadar birçok yerde suyu farklı hızlarda ve basınç değerlerinde kullanmaya ihtiyaç duyarız. Bu işlem için birçok farklı tasarım karşımıza çıksa da aslında bunlar temelde suyun hızını etkiler. Suyun basıncını hortumun ya da borunun kesit alanını daraltarak artırmak mümkün olsaydı zaten baştan uca doğru sürekli daralan borular kullanılarak pompa ihtiyacı ortadan kaldırılırdı.
Bu konuda da aslında emme ve itme arasındaki gibi bir kavram kargaşası mevcut. Uç kısmı daraltılmış bir hortumdan çıkan suyun basıncı değil hızı artar. Tam da bu noktada bilime birçok katkı sunmuş olan rahmetli Daniel Bernoulli ve onun ünlü Bernoulli Prensibi’ni hatırlamakta fayda var. Bernoulli Prensibi’ne göre akışkanların hızı arttıkça basıncı düşer. Bu da aslında hortumlardan çıkan suyun basıncının yükseldiğini değil düştüğünü gösterir.
Aslında başparmağımızı kullanarak hortumun uç kısmını daraltmak ve suyun hızını artırmak da bilimsel bir isimlendirme almış ve buna “Venturi effect” denmiştir. Günümüzde sıvı ve gaz sensörlerinin birçoğunun temel aldığı bu etki, günlük hayatta da sıkça karşımıza çıkıyor diyebiliriz. Bu bilimsel gerçeğin ardından bir gerçek daha var ki elinizdeki hortumun ucunu her kıstırdığınızda bu yazımız aklınıza gelecek.

7- Uçaklar, ilk bulunduğu günden beri insanlığın en önemli ulaşım araçlarından biri hâline gelmişti. Gökyüzünü adeta kuşlar gibi insanların kullanımına sunan bu dev araçlar, aslında güvenlik anlamında da birer sanat eserleridir. Öyle ki uçağın her bir parçası için harcanan mühendislik mesaisi, tahmin edilemeyecek kadar yüksektir.
Klasik bir jet motorunda yakıt etkisiyle 2.000 santigrat dereceye kadar sıcaklıklara ulaşılır. Motorun ön kısmında bulunan metal aksam ise 1.300 santigrat derecede erimeye başlar. Aradaki fark düşünüldüğünde her uçağın havada motorsuz kalması gerekiyor ancak bunun olmasını engelleyen oldukça önemli bir yapı var: soğutma sistemi.
Soğutmayı kolaylaştırmak için üzerinde deliklerle tasarlanan kanatlar, uçuş sırasında oldukça iyi çalışan bir soğutma sistemi sayesinde ayakta kalır. Tabii yüksek sıcaklıklara karşı dayanıklı malzeme seçimi de bu noktada önemli olduğundan nikel alaşımlarından yararlanılması da bir diğer önlem sayılabilir.

8- Evlerde temizlik esnasında elektrik süpürgesinin yerden bir şeyleri içine çektiğine hepimiz en az bir kez şahit olmuşuzdur. Aslında burada kavramsal bir karmaşa, gördüklerimizin yanlış olduğuna yönlendiriyor. Bunu açıklamak için ilk olarak emişin nasıl gerçekleştiğine göz atmamız gerek.
Elektrik süpürgesi gibi daha birçok üründe karşımıza çıkan emiş, aslında yalnızca hava basıncında fark olması durumunda ortaya çıkar. Kısa bir deneyle açıklamak gerekirse bir pipetin ucuna parmağınızı koyup diğer ucundan içerideki havayı çekin. Bu, parmağınızın ucunun pipetin içine doğru emilmesiyle sonuçlanacaktır ancak buradaki asıl olay, pipetin içindeki hava basıncının düşmesi sonrası dış hava basıncı ve vücut içi basıncının parmak ucunuzu pipetin içine itmesidir.
Uzay boşluğunda hava olmaması dolayısıyla hava basıncının olmaması, aslında uzay boşluğunda neden emişin oluşmadığının da en büyük kanıtıdır.

9- Her yıl karşımıza çıkan “Dünya tarihinin en sıcak yazını yaşıyoruz” haberlerine artık alıştık diyebiliriz. Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin etkilerini bu denli hissettiğimiz günümüzde, kliması olmayan ortamlarda alternatif yöntemlere yönelebiliyoruz. Peki bu alternatif yöntemlerden biri, her evde bulunan buzdolapları olabilir mi?
Yanıt aslında beklemediğimiz cinsten. Buzdolabı, her ne kadar soğutma görevini üstlenen bir beyaz eşya olsa da bu işlev yalnızca kapısı kapalıyken geçerli. Bu gerçek, aslında buzdolabının ısıyı bir yerden alıp başka bir yere taşımaya dayanan çalışma prensibini temel alıyor.
Buzdolapları, temelde iç kısmını soğuturken içeriden aldığı ısıyı da odaya aktarır. Bu da aslında kapısı açık bir buzdolabının, kısa bir süreliğine soğukluk hissi verse de uzun vadede, soğutma sisteminden odaya aktarılan ısının odayı soğutmak için verdiği ısıyı geçmesiyle odayı ısıttığı anlamına gelir.

10- Saatte 27.576 km hızla giden bir araç düşünün. Uluslararası Uzay İstasyonu'nun uzaydaki hızına karşılık gelen bu değer, istasyona kenetlenmenin ne kadar zor olduğunun da en büyük göstergesi. Üretilen uzay araçlarının saatte yalnızca 2.550 km hızla gittiğini de hesaba katarsak aradaki hız farkının kenetlenmeyi imkânsız hâle getirdiğini söylemek yanlış olmaz.
Neyse ki yüksek mühendislik bilgileri ve gelişen teknolojik imkânlar, bu farka rağmen kenetlenmeyi mümkün kılıyor. Uzay araçları ilk aşamada Uluslararası Uzay İstasyonu'ndan daha alçak bir yörüngeye yerleşiyor. Ardındansa daha yüksek bir yörüngeye geçiş için "Hohmann Transfer" adı verilen geçiş yöntemi uygulanır. Yörüngeler arası geçişte zaman kazanan astronotlar, böylece Uluslararası Uzay İstasyonu'ndan daha hızlı görünür.
Son aşamada hız farkını kapatmak için yavaşlayan uzay aracı, bu sefer motorlarını yavaşlamak için ateşler ve kenetlenme tamamlanır. Kenetlenme işlemi, tabii ki burada anlattığımız kadar kısa sürede gerçekleşmez ve günler alabilir. NASA ve diğer uzay ajanslarının bu noktada "Geç olsun, güç olmasın" sözünü ilke edindiğini de söyleyebiliriz.
Kaynak : https://unbelievable-facts.com/2019/08/engineering-concepts.html

1