Jelibon frigs paylaştı

Gölgesinde asla oturamayacağını bilerek ağaçlar diken bir insan, en azından yaşamın anlamını çözmeye başlamıştır. / Tagore

0
22.08.2019 01:32

GDO

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar

1990’ların sonlarında, tarımdaki ikinci değişim rüzgârı, güvenli yiyecek arzını kalbinden vuran ikinci hızlı kurşun geldi. l970’lerdeki rekombinant DNA araştırmalarının sonucu olarak, genetik olarak değiştirilmiş (GD) tohumlar ilk olarak 1980’lerin sonlarında deneysel olarak ekildi ve 1996 yılında da ilk olarak Amerika piyasalarına sürüldü. Genetiği değiştirilmiş organizmalar, yeni özellikler edinmeleri için DNA’ları aracılığı ile tasarlanırlar. Bilim adamları, aktif genleri kapatıp aktif olmayanları açabilir, bir genin yerine başka birini koyabilir veya tamamıyla değişik yaşamlara ait DNA parçalarını ekleyebilirler. Organizmalar, hemen her şey için genetik olarak tasarlanabilirler. Bilim adamı neyin hayalini kuruyorsa, üç aşağı beş yukarı kafasındaki bu tasarımı üretebilir. Örneğin Bt pamuk, kromozomları içerisine karıştırılmış bir bakteri barındırır (ayrıca, Bt mısır ve patates çeşitleri de mevcuttur). Bt, yani Bacillus thuringiensis, doğal bir böcek öldürücüdür, yani böcekler tarafından sindirildiğinde toksik hale gelen sporlar üreten bir bakteridir. Bt genetik olarak pamuk içerisine kodlandığında, pamuk böcek zararlılarını öldüren kendi toksinini üretir. Bu durumda, sadece bluzlarımız ve kot pantolonlarımız için pamuk üreten bir bitkiye değil, aynı zamanda pamuk kurtlarına ve belki de diğer pamuk zararlılarına karşı direnen bir bakteriye de sahip olmuş oluyoruz.

Diğer popüler genetiği değiştirilmiş organizmanaların (GDO) özellikleri arasında, zararlı ot öldürücü glifosatın en bilinen markası Roundup’a karşı direnç yer alıyordu. Bu #GDO’lar, Monsanto, diğer bir deyişle Roundup’ın ilk olarak patentini alıp satan firma tarafından geliştirilmişlerdi. Çiftçiler zararlı otları öldürmek için ekmeden önce tarlalarına Roundup sıkıyorlardı, çünkü Roundup nihayetinde temas ettiği bütün yayvan yapraklı bitkileri imha ediyordu. Ekinler çimlendiğinde ise, Roundup kullanmak mümkün değildi. Ama şimdi aralarında mısır, soya fasulyesi, kanola ve alfalfanın bulunduğu, Roundup’a Hazır (Roundup-Ready) bitkiler sayesinde, çiftçiler tarlada ekin olsun olmasın, diledikleri zaman bu zararlı ot öldürücüyü kullanabiliyorlardı. Roundup’a Hazır bitkiler, aslında kendilerini bu kimyasal sağanağından koruyan yağmurluklar giyiyorlar.
Kansas’lı mısır ve soya fasulyesi yetiştiricisi Luke Ulrich’in 2010’da Ulusal Kamu Radyosu muhabiri Frank Morris’e söylediği gibi, “Roundup kadar mükemmel bir şey yok. Bir maymun bile Roundup’ı kullanarak çiftçilik yapabilir.”

2009’da, SmartStax adı verilen GD bir mısır piyasaya girdi. Monsanto ve Dow AgroSciences tarafından geliştirilen bu tohum, söylenene göre bir tohum içerisinde paketlenmiş sekiz GD özellik sunuyordu. SmartStax mısırı, altı çeşit böcek öldürücü (delici mısır kurdu ve mısır kökü kurduna karşı) toksin üretir ve iki zararlı ot öldürücü kimyasala, yani glifosat ve glufosinata direnç gösterir. Birbirlerinden bağımsız bu özellikler, DNA sekanslarının katılımını gerektiren tekrarlanan genetik BLAST analizi ile değil, mevcut transgenik (gen aktarımlı) mısır dizilerinin çaprazlanmasıyla yaratılmıştı.

Çiftçiler bir kez daha, melez mısırda olduğu gibi GD mısırı da benimsediler. On yıl gibi kısa bir süre içerisinde, Amerika Birleşik Devletleri’nde yetiştirilen bütün mısırların yarısından fazlası GD mısırdı. Bunun neden bu kadar yanlış bir şey olduğunu merak ediyor olabilirsiniz. Bilim bizim lehimize çalışıyorsa, bırakın çalışsın. Süper-tohumlar dünyayı besleyebilecekse, bırakın beslesin. Ama bu konuyla ilgili birçok yanlış söz konusu.

İlk olarak, genetik katılımlar “hilekâr” genlerdir, yani bir çiftçi onları göremez, onlara karşı hazırlıklı olamaz ve tarlasını onlardan koruyamaz. İkinci olarak, bir kimya şirketi için Roundup-Ready soya fasulyeleri gibi bir ürün geliştirmek neden önemli olabilir? Aç insanlara yardım etmek için mi? Çevreyi korumak için? Medeniyete hizmet etmek? Yoksa daha fazla kimyasal ilaç satmak mı?

İkincisi, insanoğlunun uzun ve muhteşem tarihinde ilk kez birileri genomlara sahip olabiliyor. Şirketler artık bitki türlerinin ve özellikle de bilimsel olarak üretilmiş olan gelişmiş kültür bitkilerinin patentlerini alıyorlar. Kuzey Amerika kökenli tek tahıl olan ve Ojibvalar’ın(1) hayati öneme sahip yiyeceği yabani pirincin genomlarının patentini California’lı bir şirket 1990 ’ların sonunda aldı. Akabinde Minnesota Üniversitesi’ nden bilim adamlarının yürüttüğü ve birkaç yeni türün doğmasına yol açan genetik çalışmalar, yazar ve yerli aktivist Winona LaDuke’u çok kızdırdı. LaDuke, “Yabani pirinçle bizim aramızda 2.000 yıllık bir ilişki var” diyordu. “Kavramsal olarak, yabani adı verilen bir şeye patent verilmesi neredeyse imkânsız görünüyor.”

Bu kısmı çok dikkatli okuyun.

Bazı şeyler doğaları itibarıyla toprağa aittir ve dolayısıyla da, demokratik olarak o topraklar üzerinde yaşayanlara aittir. Örneğin, hava ve su kamusal alanın bir parçasıdır ve ticari piyasalarda yer almaları yasaklanmalıdır. İnsanlık tarihinin her zaman için en büyük müşterek mallarından biri olan tohumlar, aynı ateş veya okyanus gibi mülkiyete tabi olamaz. Fakat biyo-teknoloji endüstrisi, yaşamın mülkiyeti olabileceğini ileri sürerek ve kendisine ait olmayanı talep ederek sürekli olarak mahkemelerde ve yasama koridorlarında kötü bir kurtçuk gibi yolunu buldu. Bu mümkün değil, Monsanto. Bu mümkün değil, Syngenta.

Bir tohum reçetesi tabii ki bir mülk değildir. Ancak fikrî mülkiyet, diğer bir deyişle mahkemeler tarafından kabul edilen veya tasarlanan ve daha sonra belli çıkarları korumak için kullanılan bir fikir anlamına gelen yasal bir icat olabilir. Fikrî mülkiyet hakları fikrî, yasal bir icat anlamına gelir; çünkü yaşam hepimize aittir.

Ayrıca, bilinen bir tür olarak henüz tescillenmemiş tohumlar herhangi bir kişi tarafından kapılıp fikrî mülkiyet olarak patenti alınabilir. Çok-uluslu şirketler bu konuda özellikle etkinler. Örneğin, Monsanto yüzyıllardır chapati(2) yapmak için kullanılan bir Hint buğdayının patentini aldı. Diğer bir gülünç örnekte ise, Colorado’lu bir adam Meksika’da çok eski zamanlardan beri yetiştirilen sarı bir fasulye türünün patentini alıp Meksikalı çiftçilerden patent ücreti talep etti.

Genetik mühendisliği ile tasarlanan organizmalarla ilgili diğer bir endişe ise, seçilen genetik özellikleri bitkilere eklemek için vektörlere gerek olması. Bu vektörler içinse, E.coli gibi bazılarının insanlara zararlı olduğu kanıtlanan virüsler ve bakteriler kullanılmakta. Genetik kurcalama, gözlerinizle görebileceğiniz bir şey değildir. GD bir mısırın başağı, genetiği değiştirilmemiş bir mısırın başağı ile hemen hemen aynıdır. Bu bitkinin bir virüs barındırdığını göremezsiniz. ABD’de GD ürünlerin büyük bir çoğunluğu bağımsız çevre ve sağlık deneylerine tâbi tutulmaksızın piyasaya sürüldüğü için, kimse bu organizmaların insanlar üzerinde ne tür etkilere sahip olduklarını tam olarak bilmiyor. GD yiyeceklerin ABD’de onaylanma ve piyasaya sürülme süreçleri devasa, plansız, denetimden geçmeyen, sonuçları tahmin edilemez bir deney adeta. Bu durumda, bu ürünleri yiyen bizler de kobay fareleri oluyoruz.

Hikâyenin en korkunç kısmı ise, bu oyun sahasının hâkiminin büyük şirketler olması. Bunlar, devletin yasal düzenlemelerini yapan mercileri kontrol ediyorlar ya da daha yerindc bir tabirle, çok uluslu şirketlerle hükümet arasındaki bir döner kapı gibiler, yani bunlar yasal düzenlemeleri yapan mercilerin ta kendisi. Buna, çapraz tozlaşma adını da verebiliriz, ama bu denli tahripkâr bir uygulama için yaşama ilişkin bir benzetme kullanmayacağım. Onlarca örnekten birini anmak gerekirse, Tom Vilsack tarım bakanı olmadan önce Monsanto’da yöneticiydi. Genetik mühendislik hızlandırılmış evrim değil, çok uluslu şirketlerin ellerindeki evrimdir. Melezleme, genetik değişim, tohum patentleri ve bunları kuvvetlendiren hükümet sayesinde, bir avuç insan yediğimiz şeyler üzerinde kontrol sahibi oldu.

Kaynak: Yeraltındaki Tohum

0
Jelibon frigs paylaştı

Hükümete sesleniyorum, yangın olan Orman alanlara "Ağaçlandırma harici hiç bir faaliyet yapılamaz" diye YASA çıkarılsın.

0
Jelibon frigs paylaştı

İzmirdeki orman yangınlarında zarar görmüş Yaban hayvanları için Mavişehir’deki klinik ücret almadan bakım ve tedavi hizmeti veriyor. Yönlendirme gerekirse aklınızda bulunsun.

Çekinmeden yönlendirin lütfen. 232-337 2733

0
21.08.2019 19:07

Pernkopf atlası

Nazilerin öldürdüğü kişiler üzerinde yapılan çalışmalar sonrası yazılan tartışmalı anatomi kitabı

Doktor Susan Mackinnon, ne zaman bir ameliyatı bitirmek için yardıma ihtiyacı olsa ki, bu sık oluyor, 20. yüzyılın ortalarına ait bir anatomi kitabının kılavuzluğuna başvuruyor.
Washington Üniversitesi'nde çalışan Doktor Mackinnon, insan anotomisini kademe kademe ortaya koyan bu kitaptaki detaylı çizimler yardımıyla ameliyatları tamamlıyor.
Onun yardımına başvurduğu kitap, "Pernkopf'un Topografik İnsan Anatomisi" ismini taşıyor. Birçokları, bu kitapı, anatomik çizim konusundaki en iyi örnek olarak gösteriyor.
Deri altı, kaslar, tendonlar, sinirler, organlar ve kemikler, kitapta çok canlı bir şekilde detaylandırılmış durumda.
Ancak adı Pernkopf Atlası olarak yayılan bu kitap artık basılmıyor. Set halinde ulaşılabilen ikinci el baskıları da binlerce dolara satılıyor.

Bu denli pahalı bir tıbbi kitap olmasına karşın ise, Pernkopf Atlası'nı kliniklerinde veya evlerinin kütüphanesinde sergilemek isteyecek az sayıda uzman bulunuyor.
Bunun sebebi, kitaptaki detayların, Naziler tarafından öldürülen kişilerin üzerinde yapılan çalışmalarla elde edilmiş olması.

'İyiliğin hizmetinde kullanılabilir'

Binlerce sayfaya yayılan anatomik detaylar, kurbanların kesilip, parçalara ayrılması ile kitaba dönüştürüldü.
Kitabın tıbbi olarak kullanımı konusunda bilim insanları ahlaki bir ikilem yaşıyor.
Doktor Mackinnon ise kitabın kullanımının bir cerrah olarak "ahlaki" bir sorumluluk olduğunu ve olmadan işini tam yapamayacağını savunuyor.
Soykırımdan kurtulmuş bir sağlık hukuğu profesörü olan Haham Joseph Polak ise, kitabın ahlaki bir muamma olduğu görüşünü dile getiriyor.
Ona göre kitap, "gerçek bir kötülükten doğmuş olsa da iyiliğin hizmetinde kullanılabilir.
British Library'de Pernkopf Atlası'nın birkaç versiyonu bulunuyor.

Fakültedeki tüm Yahudi akademisyenleri işten çıkardı

Kitap, Nazi ideolojisine bağlı bir doktor olan Eduard Pernkopf tarafından 20 yılda yazıldı.
Meslektaşları, Avusturya'da tıp okuyan Pernkopf'un, ateşli bir Nasyonel Sosyalist olduğunu ve 1938 yılından itibaren Nazi üniformasını her gün üzerinde taşıdığını anlatıyor.
Pernkopf, Viyana Tıp Fakültesi'nin dekanlığına atandığında, fakültedeki tüm Yahudi akademisyenleri kovdu. Üstelik işten atılanlar arasında, Nobel ödüllü 3 bilim insanı da vardı.
1939 yılında Nazi yönetimi, idam edilen tüm mahkumların cesetlerinin, anatomik çalışmalar için en yakındaki tesislere intikal ettirilmesi talimatı veren bir yasa çıkardı.
Bu dönem içerisinde Pernkopf, günde 18 saat çalışarak, bedenleri parçalara ayırdı. Bu işlem sırasında bir grup çizer, kitaptaki görselleri oluşturuyordu.
Kayıtlar bazı aralıklarda, kurumdaki ceset fazlalığı nedeniyle idamların ertelendiğini gösteriyor.
Harvard Tıp Fakültesi'nden Doktor Sabine Hildebrandt, kitaptaki 800 bedene ait çizimlerin en az yarısını siyasi mahkumlar oluşturuyor.

Kitap 5 dile çevrildi

Öldürülenler arasında eşcinseller, siyasi muhalifler, Çingeneler ve Yahudiler bulunuyor.
Pernkopf Atlası'nın tüm dünyada binlerce kopyası satıldı. Kitap, 5 dile çevrildi.
Kitabın önsözünde ve tanıtımında, "karanlık" geçmişinden değil, "olağanüstü çizimlerin.... birer sanat eseri olduğundan" bahsediliyor.
Pernkopf'un kitabının sorgulanmaya başlaması ise ancak 1990'lı yıllarda başlıyor.
Kitabın gerçek kaynağının belirlenmesi ile de 1994 yılında basımına son veriliyor.
Kraliyet Cerrahlar Koleji, bazı kütüphaneler dışında kitabın İngiltere'de kullanımda olmadığını açıklıyor.

'Kitabı ofisimde kilitli dolapta tutmaya başladım'

Ancak sinir cerrahisi alanında çalışan doktorlar arasında yapılan bir araştırma, yüzde 59'un Pernkopf Atlası'ndan haberdar olduğunu, yüzde 13'ünün ise kitabı kaynak olarak kullandığını ortaya koydu.
Araştırmaya katılanlardan yüzde 69'u, kitaptan yararlanmaktan rahatsızlık hissetmediğini, yüzde 15'i rahatsız olduğunu, yüzde 17'si ise kararsız olduğunu belirtti.

Doktor Mackinnon'a göre, detaylar ve anatomik doğruluk konusunda, diğer örnekler bu kitapla "karşılaştırma kabul etmiyor."
Ona göre, Pernkopf Atlası özellikle karmaşık sinir ameliyatlarında çok yararlı oluyor. Çünkü kitaptaki çizimler sayesinde, "ameliyat yaptığı bölgedeki hangi sinirlerin olası bir ağrıya sebep olabileceğini" anlayabiliyor.
Mackinnon, ameliyata dahil olan herkesi, kullandığı kitabın geçmişinden haberdar ettiğinin de altını çiziyor.
Amerikalı doktor, "Şeytani geçmişinden haberdar olduğumda, kitabı ofisimde kilitli dolapta tutmaya başladım" diyor.

Pernkopf herhangi bir suçtan yargılanmadı

Haham Polak'ın öncülük ettiği bir etik araştırma, Yahudi otoritelerin çoğunun kitabın insan hayatının kurtarılması için kullanılmasına taraftar olduğunu ortaya koydu.
Polak, Doktor Mackinnon ile aralarında geçen olayı da BBC'ye anlattı:
"Bir hastası ona, 'Eğer o siniri bulamayacaksanız, ayağımı kesin' dedi. Alanının en iyisi olmasına karşın, o bile bir siniri bulmakta zorlanıyor.
"Bana işin ahlaki yönünü sorduğunda, eğer bir insanın hayatını kurtaracaksa, kitabın kullanılmaması düşünülemez cevabını verdim.
"Kitaptan yararlanan doktor, detaylı çizimler nedeniyle dakikalar içnde sinirin yerini bulabildi."
Pernkopf savaştan sonra tutuklandı ve üniversiteden atıldı. 3 yıl süresince bir cezaevinde tutuldu ama herhangi bir suçtan yargılanmadı.
Tahliye olduktan sonra üniversiteye geri döndü ve Atlas üzerinde çalışmaya devam etti. 1952 yılında kitabın üçüncü versiyonunu çıkardı ve dördüncü versiyonu da çıkardıktan hemen sonra 1955 yılında öldü.

Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-49401918

Pernkopf Atlası
0