Türk dizileri yabancı öğrenciyi ülkeye çekiyor
Türkiye, dizi ihracatında İngiltere, ABD, Fransa ve Almanya ile birlikte ilk üç ülkeden biri. İhracatta ise çoktan 300 milyon doların üzerine çıkıldı. Tüm dünyada 100’den fazla ülkeye ihracı gerçekleştirilen Türk dizi ve filmlerinin ekonomiye olduğu kadar Türk kültürüne de katkısı yadsınamaz bir gerçek. İçerik üretiminde Türkiye’nin sahip olduğu doğal, kültürel ve tarihi güzellikler ülkeyi bir cazibe merkezi haline getiriyor.
Türk dizilerinin yabancı öğrencilerin Türkiye’ye çekilmesi adına önemli bir rol oynadığını ifade eden Türkçe Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezi (TÖMER) Müdürü Dr. Öğr. Üy. Emrah Boylu, “Türk dizileri artık bugün dünyanın her tarafında ilgi görmektedir. Öğrenciler Türk dizileri aracılığıyla tanıdıkları Türkiye'yi birebir tanıma fırsatı yakalamaktadır” dedi.
İstanbul Aydın Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Direktörlüğü bünyesindeki TÖMER’in yaz okulu programı kapsamında yabancı öğrencilere Türk dili ve kültürü eğitimi verdiklerini belirten Dr. Öğr. Üy. Emrah Boylu şunları söyledi:
“Yaz okulun amacı, burada bulunan öğrencilerin kısa sürede hızlı bir Türkçe eğitimi alarak Türk kültürünü öğrenmelerini sağlamak ve Türkiye'ye yönelik öğrencilerin bakış açılarında farklılıklar yaratmaktır. Özellikle Cumhurbaşkanımızın da zaten sürekli açıkladığı bir rakam var. 2023'te hedefimiz 250 ve 300 bin arasında uluslararası öğrenciye ulaşmak. Bu çok kısa sürede yakalanabilecek bir sayı. Çünkü gerek Türk dizileri olsun, gerek Türkiye'nin siyasi ve ekonomik gelişmeleri olsun uluslararası öğrencilerin bakış açısında ciddi anlamda olumlu bir değişime neden oluyor.”
ÇİĞ KÖFTE YAPMAYI BİLE ÖĞRENİYORLAR
“Bu nedenle özellikle bizim gibi üniversite bünyesinde bulunan Türkçe öğretim merkezlerine ciddi işler düşmekte” diyerek konuşmasına devam eden Emre Boylu, “Bunlardan birincisi dil öğretimi, ikincisi kültür, üçüncüsü ise böyle yaz okulu programları yaparak öğrencilerdeki Türkiye, Türkçe algısını değiştirmek ve ülkelerine döndüklerinde ülkemizin gönüllü elçileri olmasını sağlamaktır. Kültürel boyutu bizim için daha çok önemli. Örneğin burada Ebru sanaytı, Hacivat-Karagöz, çiğ köfte yapımı, çini, hat, tezhip gibi birçok birebir uygulamalı kültürel faaliyetler yapılmakta. Onların ilk kez gördüğü bir şey olduğu için oldukça dikkatlerini çekiyor. Bir de malumunuz olduğu üzere Türk dizileri artık bugün dünyanın her tarafında ilgi görmektedir. Öğrenciler Türk dizileri aracılığıyla tanıdıkları Türkiye'yi birebir tanıma fırsatı yakalanmaktadır” şeklinde açıklamada bulundu.
“TÜRKLER AMERİKANLILARDAN DAHA SICAK”
Programa Amerika Indiana Üniversitesi’nden katılan 19 yaşındaki Sydney Johnson Türk kültürünü çok sevdiğini belirterek, “Türkiye’deki insanlar genellikle çok kibar ve Amerika’dan biraz farklı. Türkler Amerikalılardan daha sıcak. Türkçe dilini de çok seviyorum. İngilizce’den biraz farklı, zor ama güzel” dedi.
Tercih döneminde doğru meslek seçimi önem taşıyor
Bireylerin meslek seçimini yaparken kendilerine özgü yeteneklerini, deneyimlerini ve isteklerini ön planda tutmaları gerektiğini belirten İstanbul Gelişim Üniversitesi Rehberlik Uzmanı Şeyma Demirkol, “Yetenek, meslek hayatındaki başarıyı etkileyen ve belirleyen bir husus. Zorlama olmadan gerçekten severek yapılacak etkinlikleri de dikkate almak gerekir. Hangi alanlar ilgilerini çekiyor? ‘Teknik, sosyal, sağlık gibi alanlardan hangisinde çalışırken mutlu olacaklar?’ sorusunu düşünmek ve ilginin uzun süreli olmasına da dikkat etmek gerekiyor” dedi.
MESLEK SEÇİMİNDE KİŞİSEL ÖZELLİKLERE DİKKAT
Meslek seçerken kişisel özelliklerin de o mesleğe uygun olması gerektiğini belirten Demirkol, “Yapılan meslek ile kişisel özellik uygun olmazsa meslek hayatında başarı düşecektir ve mutsuzluklara neden olacaktır. Konuşkan değilseniz, içe dönük bir yapınız varsa, insanlarla iç içe olduğunuz bir mesleği yaparken ne kadar başarılı ve mutlu olabilirsiniz?” diye konuştu.
“MESLEKLERİ TANIYIN”
Meslek seçimi yapmadan önce meslekleri tanımanın gerekliliği üzerinde duran Demirkol, “Örneğin, kan görmeye dayanamayan, kokulardan rahatsız olan, soğukkanlı olamayan, el becerileri esnek olmayan bireylerin sağlık alanlarını tercih ediyor olması, onların ilerde meslek hayatında mutsuz olmalarına ve başarısızlıklarına neden olabilir. Ciddi, sabırsız, anlatmayı, aktarmayı sevmeyen bireylerin öğretmen olması hem zorlanmasına neden olur hem de çocuklara verimli olmasını engeller. Bundan dolayı bireylerin meslek seçimlerini yaparken kişisel özelliklerini dikkate alıp o meslek özelliklerini tanıyıp karşılaştırma yaptıktan sonra seçim yapmaları doğru olacaktır” dedi.
“MESLEKİ DEĞERLERİ BEKLENTİLER BELİRLER”
Mesleki değerleri belirleyen olgulardan bir tanesinin de beklentiler olduğunu ifade eden Demirkol, “Beklenti kişinin mesleki faaliyetleri sonucunda elde etmek istediği olanaklardır. Beklentiler kişiden kişiye göre değişkenlik gösterecektir. Kimisi maddi bir beklenti içindedir, kimisi mesleki doyuma, kimisi de manevi olarak mutluluğa ulaşmayı hedeflemektedir. Birey için önemli olan, bu değerleri kendisinin belirlemesi ve onu elde edeceği bir mesleğe yönelmesidir” uyarısında bulundu.
“ÇEVRE SAHİBİ OLUN”
“Bireylerin, seçtikleri meslekle ilgili kendilerini geliştirmesi de önem taşıyor” diyen Demirkol, “Seçilen meslekteki kişiler ile fikir alışverişi yapılmalı. Artık oluşturulan insan ağı, bu bağlamda daha ön plana çıkıyor. Özel sektörde kariyer olanaklarını arttırmak için iletişim ağını iyi kullanan birey hem imkânları bakımından hem de kendine uygunluğu bakımından daha kolay ve nitelikli işler bulabilir” ifadelerini kullandı.
ZMO Süt Raporu: Türkiye'de kişi başına düşen süt tüketimi 41,5 kilo
Aslıhan ALTAY KARATAŞ/ANKARA, (DHA)- TÜRKİYE'de kişi başı içme sütü tüketimi yaklaşık 41,5 kilo, peynir tüketimi 18,4 kilo, yoğurt tüketimi 30,6 kilo, ayran tüketimi 18,4 kilo, tereyağı tüketimi ise 1,78 kilo olarak açıklandı.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) 2018 yılı süt raporunu açıkladı. Raporda, Türkiye'deki hayvan varlığının büyük çoğunluğunun et ve süt verimi düşük ırklardan oluştuğu ve hayvan başına verimin 2018 yılında 3 bin 161 kilo olduğu belirtildi. 2018’de 22 milyon 120 bin 716 ton çiğ süt üretimi gerçekleşirken, üretilen sütün 20 milyon tonunu (yüzde 90,6) inek sütü, 1,4 milyon tonunu (yüzde 6,5) koyun sütü, 561 bin tonunu (yüzde 2,5) keçi sütü ve 75 bin tonunu da (yüzde 0,3) manda sütü oluşturdu.
İÇME SÜTÜNÜN YÜZDE 92'Sİ UHT
Raporda, içme sütü üretim miktarının son 5 yıl içinde yüzde 25,4 arttığı ifade edilirken, üretilen toplam içme sütünün yaklaşık yüzde 92'sini UHT sütler, geri kalanını da pastörize sütler oluşturdu. 2018 yılı kişi başı içme sütü tüketimi yaklaşık 41,5 kilo olarak hesaplanırken, kayıt dışılık oranının oldukça yüksek olduğuna dikkat çekildi. Türkiye'de süt sektörünün en önemli sorunlarından birinin kayıt dışı üretim olduğu kaydedilirken, yapılan çalışmalar sonucunda 2012 yılında inek sütü üretiminde yüzde 9,6 olan kayıtlılık oranının 2018’de yüzde 50’ye çıkarıldığına işaret edildi. Raporda ayrıca süt ürünlerinin tüketim miktarları ile ilgili rakamlara da yer verilirken, 2018 yılında kişi başına düşen yıllık peynir tüketim miktarının 18,4 kilo, yoğurt tüketiminin 30,6 kilo, ayran tüketiminin 18,4 kilo, tereyağı tüketiminin 1,78 kilo olduğu hesaplandı. Kayıt dışılık sorununun süt ürünleri için de geçerli olduğu hatırlatılırken, sektörde süttozu üretiminde yaşanan düşüşe işaret edildi. 2018 yılında süttozu üretimi bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 17 oranında azalarak, 109 bin tona indi.
'PİYASADA TAKLİT VE TAĞŞİŞ ÜRÜN SAYISI FAZLA'
Raporda, süt sektöründe karşılaşılan başlıca sorunlar, kayıt dışı üretim, hammadde ve işlenmiş ürünler pazarında özelleştirmeler, nitelik damızlık üretiminde ilerleme sağlanamaması, yem açığı, üreticilerin gerekli bilgi birikiminin olmaması, yoğurt ve ayran dışındaki süt ürünleri tüketim miktarının düşüklüğü olarak sıralandı. Raporda, "Piyasada çok fazla sayı ve miktarlarda taklit ve tağşiş (mevzuata aykırı üretim) süt ürünleri bulunmaktadır. Bu ürünlerin, doğru üretilenlerle birlikte ayni pazarı/rafları paylaşmaları beraberinde haksız rekabeti de getirmektedir. Satılan hileli süt ürünleri aynı zamanda insanların sağlığını da tehdit etmektedir. Devletin hileli süt ürünü üretenlere karşı daha caydırıcı cezalar getirmesi gerekmektedir" denildi.
‘Slow food’ akımı gıdada farkındalık yarattı
Amerikan fast food kültürünün bütün dünyayı sardığı yıllarda eleştiri olarak doğan ‘slow food’ (yavaş yemek) akımı bugün dünyanın tüm ülkelerine yerel yemekleri, yerli üreticiyi ve bölgede yetişen yiyecekleri koruyarak yayılıyor. İstanbul Aydın Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Kamil Bostan ülkemizde de takip edilen ‘slow food’ akımının Türk mutfağına uyumunu ve akımın geleceğini yorumladı.
“HER ŞEY HAMBURGER İLE BAŞLADI”
1982 yılında İtalya’nın başkenti Roma’ya açılan ABD’li bir hamburger markasını eleştiren İtalyan gazeteci Carlo Petrini, yerel tatların korunması, hızlı yemek yerine üretimi yavaş ama sağlıklı gerçekleşen yiyeceklerin tercih edilmesi için ‘slow food’ akımını başlattı. Hızla diğer ülkelere yayılan ‘slow food’ akımı, şeflerin, yerel üreticilerin ve tüketicilerin katılımıyla farklı boyutlar kazanmaya başladı. Günümüzde yerel tatların korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için yapılan çalışmalara ön ayak olan slow food akımı sağlıklı beslenmenin de temelini oluşturuyor.
“SLOW FOOD AKIMI BELİRLİ ZÜMRE İLE SINIRLI KALDI”
Slow food akımının ilk çıktığı günden bugüne popülerlik kazandığını ancak belirli bir zümreden ileri gidemediğini savunan Prof. Dr. Kamil Bostan, “Slow food hareketi, ortaya çıkışından itibaren dünya genelinde oldukça ilgi gördü ve hızlı bir şekilde yaygınlaştı. Ancak bu ilgi toplumun belirli bir kesimi ile sınırlı kaldı. Günümüzde bu ilgi durağan bir döneme girdi. Bu hareketin felsefesi topluma yeteri kadar anlatılırsa, yeterli bilinç oluşturulursa Slow Food hareketi popülaritesini artıracaktır. Nitekim çoğu kişi bu hareketin "yemeği yavaş yemek, oturarak yemek" anlamına geldiğini sanmaktadır. Toplumun önemli kesiminin bu hareketin amacından, felsefesinden haberi yoktur. Basında, özellikle TV kanallarında bu konuya yeterince yer verilirse daha etkili olacaktır. Diğer taraftan ekonominin ön planda olduğu günümüzde, tarım alanlarının yetersizliği de düşünülürse Endüstriyel ürünler de her zaman dominant olmayı sürdürecektir. Bu da kaçınılmaz bir gerçektir” diye konuştu.
“İNSANLAR YEDİKLERİNE DİKKAT EDİYOR”
Toplumda gıda farkındalığının slow food hareketiyle başladığını belirten Prof. Dr. Bostan, “Slow food hareketiyle toplumun belirli bir kesimi yediklerine ve içtikleri de daha seçici olmaya başladı. Semt pazarlarında yerel ürünler arayan kişilerin sayısı her geçen gün artıyor. Katkısız ve ilaç uygulaması yapılmamış ürün arayışı devam ediyor. Ailelerin birçoğu çocuklarını doğal ürünlerle beslemeye gayret ediyor. Bu anlamda slow food hareketinin toplumun bir kesiminde farkındalık yarattığını söyleyebiliriz. Endüstriyel ürün üreten firmalar da bu toplumun bu duyarlılığın kayıtsız kalmamış, ürün etiketlerinde ‘katkısız, doğal’ gibi ifadeler kullanmaya başlamıştır” şeklinde konuştu.
“BU HAREKETE EN ÇOK TÜRKİYE SAHİP ÇIKMALI”
Türkiye’nin yerel ürün çeşitliliğinde oldukça zengin olduğunun altını çizen Prof. Dr. Bostan, “Bu harekete sahip çıkması gereken ülkelerin başında Türkiye geliyor. Yerel ürün çeşitliliğin bu kadar zengin olduğu bir ülke sanırım yoktur. Aynı şekilde binlerce yemek çeşidimiz var. Hızlı yemenin cazibesi karşısında, sadece büyük şehirlerde değil Anadolu’nun genelinde yerel ürünlerimiz unutulmaya yüz tuttu. Böyle bir zenginliği, böyle bir kültürü ‘Fast Food’ karşısında korumak, gelecek nesillere aktarmak için üniversiteler, STK’lar, kamu kuruluşları, hep birlikte toplum genelinde farkındalığı artıracak faaliyetlerde bulunmalı. Türkiye de bu hareketin temsilciliğini yapan bildiğim kadarıyla tek bir organizasyon var. Slow Food Bodrum. ‘Yaveş Gari’ sloganıyla çalışmalarını yürütüyorlar. Biz de İstanbul Aydın Üniversitesi olarak slow food alanında önemli bir etkinlik planlıyoruz. Mutfağımızın ve yerel ürünlerimizin korunması, toplumumuzun özellikle gençlerimizin iyi, sağlıklı, doğal gıdalarla beslenmesi için hepimizin bu harekete sahip çıkması gerekmektedir” ifadelerini kullandı.
Küresel gündemler ile belediyeler buluştu; sürdürülebilir kentsel gelişim ağı kuruldu
Kadıköy Belediyesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşen eğitimde 2 gün boyunca katılımcılar, ‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin yerelleşmesi konusunda yoğun bir çalışma gerçekleştirdi. İki gün süren programın ilk gününde çerçeve sunumu Yerel Yönetişimde Rezilyans Projesi (RESLOG) ulusal proje yöneticisi Sinan Özden yaptı. Sürdülebilir Kentsel Gelişim Protokolü’müzü imzalamış 20 belediyeyi kapsayan eğitimde belediyelerden iyi örnekler sunumları yer aldı. Belediyelerin stratejik planlarını yaptığı bir süreçte gerçekleştirilen eğitim, 2020 – 2024 dönemi belediye gündeminin dünyanın küresel gündemleriyle buluşturulması gerekliliği öne çıktı.
Eğitimde, Nilüfer Belediyesi Stratejik Planlama Süreci sunumuyla, Stratejik Yönetim ve Planlama Büro Sorumlusu Aslıhan Çöpoğlu, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Nedir? Yerelleştirilmeleri Neden Önemlidir? sunumuyla Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Türkiye İletişim Koordinatörü Faik Uyanık, ‘Kadıköy Belediyesi ‘Anlat Kadıköy’ & Entegre Raporu’ sunumuyla Kadıköy Belediyesi Strateji Geliştirme Müdürü Can Akbal, 'Maltepe Belediyesi Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Araştırma Raporu' sunumuyla Maltepe Belediyesi Strateji Geliştirme Müdürü Bahadır Keşan ve Sürdürülebilir Kentler İçin Stratejik Planlama sunuyla EkoIQ dergisinden Barış Doğru yer aldı. Belediyelerin stratejik plan sürecinin içinde olunduğu süreçte gerçekleşen eğitimde Yerel İzleme Araştırma ve Uygulamalar Derneği’nde Evren Barış Yavuz, İkbal Polat ve Simten Birsöz yönetiminde, Stratejik Plan Sürecini destekleyici sunumlar gerçekleştirildi.
BELEDİYELER POLİTİKA BELGELERİ OLUŞTURMALI MI?
Yapılan sunumların ardından eğitimin ikinci günüde sürdürülebilirlik ve yerelleşme başlığı altında bir atölye çalışmasıyla devam edilirken, yerellerin küresel ölçekli gündemlerle bağ kurması ve bu sayede iklim krizi, yoksulluk, eşitsizlik ve kurumsal kaynakların ve yapıların güçlenmesi gibi başlıklarda belediyelerin politika belgeleri oluşturması gerekliliği vurgulandı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin temsilen eğitime katılan İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan danışmanı Ruhisu Can Al, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in öncülüğünde başlayan, "Sürdürülebilir Kalkınma Yolculuğu" sunumuyla, sürdürülebilirlik bakış açısının kentlerin kurumsallaşması ve gelişimine yaptığı katkıları katılımcılarla paylaştı.
Eğitime İzmir Çiğli Belediye Başkanı Utku Gümrükçü ve Bursa Göksu Belediye Başkanı Mustafa Işık de katılarak deneyim ve birikimlerini paylaştı.
ORTAK HAREKETLE SÜRDÜRÜLEBİLİR KENTSEL GELİŞİM AĞI KURULDU
Yapılan sunumlar ve atölye çalışmalarıyla tamamlanan eğitimin ilk çıktısı ile Sürdürülebilir Kentler Ağı oldu. Sürdürülebilir Kentler Protokolüne imza atan belediyelerin, iletişim, paylaşım ve iş birliğini içeren ve Türkiye’de alanında bir ilk olan Sürdürülebilir Kentler Ağı, katılımcıların ortak çağrısıyla kuruldu.Ağın ilk sekretaryasını İzmir Büyükşehir Belediyesi üstlenirken, ağa dahil olan belediyeler, iş birliklerini daha ileriye taşıyacaklarını ilan etti.
HANGİ BELEDİYELER SÜRDÜRÜLEBİLİR GELİŞİM AĞINA İMZA ATTI?
Sürdürülebilir Kentsel Gelişim Ağı, Şanlıurfa Ceylanpınar Belediyesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi, Bursa Gürsu Belediyesi, İstanbul Küçükçekmece Belediyesi, Eskişehir Tepebaşı Belediyesi, Zonguldak Çaycuma Belediyesi, İstanbul Sultanbeyli Belediyesi, Kars Belediyesi, Rize Fındıklı Belediyesi, Muğla Fethiye Belediyesi, Mardin Büyükşehir Belediyesi, İzmir Çiğli Belediyesi, İzmir Konak Belediyesi, Denizli Acıpayam Belediyesi, Siirt Belediyesi, Giresun Espiye Belediyesi, İstanbul Avcılar Belediyesi, Van Büyükşehir Belediyesi, Bursa Nilüfer Belediyesi ve Maltepe Belediyesi yer alıyor.