Sümerler ve Gılgamış Destanı
25. yüzyıldan, 7. Yüzyıla kadar bütün yakın doğu ülkelerine yayılan güzelliği asla bozulmayacak olan ‘’Gılgamış Destanı’’ arkeogların devası yapbozun parçalarını bir araya getirmeleri ile 1 Yüzyıl sürmüştür ve son buluşlar 1974 tarihlidir.
Eanna:Tanrı Anu ve Tanrıça İştar’ın Uruk’taki tapınağı.
Anu:Gök-Tanrı(İştar’ın babası).
İştar:Aşk tanrıçası.
Şamaş:Güneş Tanrısı.
Adad:Yıldırım, yağmur tanrısı.
Aruru:Doğurucu tanrı.
Ninurta:Savaş ve şiddet tanrısı.
Sumukan:Vahşi hayvanların ve sürülerin tanrısı.
5. yüzyılın başında, aşağı Mezopatamya’da deniz çekilir ve topraklar açalır.
Nereden geldikleri bilinmeyen Sümerler ortaya çıkar, Dicle ve Fırat nehirlerinin oluşturduğu vadiye yerleşirler.Sulama tekniğini ilk kez başlattıkları için tarımla da ilk kez onlar uğraşmışlardır.(Bununla beraber çobanlıklada.)
Bin yıl sonra saraylar ve tapınaklar inşa ederler.Kiş, Ur, Uruk gibi kent devletleri, yaldızlı utka tuğladan devasa duvarlarının pembe gölgesini çizerler.
Sümerler yazıyı basit yoldan bulurlar.Şöyle ki, hesaplar sözlü olarak akılda tutulamaz bu yüzden kafalarında ki hesabı unutmamak maksadıyla taşa, toprağa, çömleğe vbg. yerlere yazmışlardır.Sadece hesaplar değil, kurallar, efsaneler, destansı anlatılan gibi olayları da yazmışlardır.Dünyanın en eski yazısı Uruk harabelerinde bulunmuştur.
Bu yazı 4. Binin ikinci yarısından kalmalı:
Sümerler tarihi tufanla başlar.
Tabletlerde anlatılanlara göre; Uruk hanedanlığının 5. Kralı Uruk duvarlarının, kuran ve yüz yirmi altı yıl hüküm süren ‘’Gılgamış’’ olmuştu.Gılgamış ilk kurucu, kahraman ve bize ulaşan en eski destanında esir kaynağı olmuştur.İşte Gılgamış destanının girişi.Tabletlerin aktardığına göre ‘’ üçte ikisi Tanrı, üçte biri olan’’ Gılgamış bir güreş devidir.
Uzun bir yol kat etmişti, döndüğünde yorgun ama huzurluydu, yolculuğunun hikayesini taşlara kazıdı.Anu ve İştar’ın bulunduğu kutsal Eanna tapınağı ve Uruk surlarını o yaptırdı.
‘’Kenarları bakır gibi parlayan şu dış duvarlara bak.Ne zamandır orada duran taşın eşiğine dokun.İştar’ın oturduğu yere, Eanna’ya yaklaş.Başka hiçbir kral, başka hiçbir insan buna benzer bir inşaat yapamaz.Uruk surlarının üzerine çık.Bırak ayakların surlarının üzerine çık. Bırak ayakların çiğnesin oraları Temellerini incele, tuğlalarına iyice bak, her şeyin pişmiş kilden yapıldığını ve temelleri yedi bilgenin attığını göreceksin’’.
Gılgamış büyük Tanrılar tarafından yaratıldıktan sonra, Şamaş güzelliğini, Adad da yiğitliğini verdi ona.Böylece üçte ikisi Tanrı, üçte biri insan oldu.Vahşi boğaya benzer, gücü hiçbir şeyle karşılaştırılamaz, silahları yenilmezdir onun.Davulları çaldı mı, halkı dikkat kesilir.Uruk insanları evlerinde sürekli korku içinde yaşarlar .Şöyle derler:
‘’Gılgamış hiçbir evladı babasına bırakmaz, gece gündüz onun şiddeti egemendir, ama Gılgamış surlarla çevrili Uruk’un çobanıdır, o bizim çobanımızdır, güçlüdür, hayranlık vericidir, her şeyi bilir.Savaşçıların kızları olsun, kahramanların nişanları olsun tek bir bakireyi bırakmaz anasına.’’
Sonunda göklerdeki büyük Tanrılar onların iniltilerini ve şikayetlerini duyar, Uruk Tanrısı Anu’yu çağırırlar: Burada Gılgamışı hem över hem de şikayette bulunur.
Onların şikayetlerini dinleyen Anu büyük Tanrıça Aruru’yu çağırır:
‘’Bu adamı sen yarattın Aruru, şimdi ona benzer bir rakip yaratmalısın ki yüreği ve vücudu onunkine benzesin, sürekli savaşsınlar, sonunda Uruk rahata ve huzura ersin.’’
Bu sözlerİ dinleyen Aruru bir Anu hayali yaratır, ellerini yıkar, bir tutam kil alır, onu vadiye atar ve böylece Ninurta’nın özünden kahraman Enkido doğar.Vücudu kıllıdır, saçları bir kadın saçı gibidir, buğday başakları gibi uzar saç tutamları.Tanrı Sumukan gibi giyinmiştir, ne insanları ne ülkeyi bilir.Tek arkadaşı hayvanlardır.Ceylanlarla birlikte otlar, su bulunan yerlere giderek yabani hayvan sürüleriyle birlikte su içer.Kaynakların çevresinde vahşi hayvanlarla birlikte sevinçle dolar yüreği.
Bir gün bir avcı bir yalakta rastlar ona.İkinci, üçüncü günler de aynı şey olur.Onu görünce avcı fena olur, benzi solar.Hayvanlarla birlikte eve döner.Yüreğini korku kaplamıştır artık, çok uzun bir yolculuğa çıkmış bir insanın yüzü gibidir.Avcı babasına gider, ağzını açar ve şöyle der:
‘’Babacığım, tepelerden gelen garip bir adam gördüm.Ülkenin en güçlüsü o ve çok gürbüz.Onun gücü ve gürbüzlüğü Anu’nunki gibi .Dağları tepeleri aşıp otluyor, vahşi hayvan sürüleriyle birlikte su olan yerlere gidiyor.Ben korktum ve ona yaklaşamadım.Kazdığım tuzakları kapattı.Uzattığım ağları yok etti, hayvanlarımı elimden kaçırttı.Bu adam benim avlanmama engel oluyor.’’
Avcının babası ağzını açar ve oğluna şöyle der:
‘’Oğlum, Uruk’ta Gılgamış yaşar, onun gücü ve gürbüzlüğü eşsizdir, onun gücü ve gürbüzlüğü Anu’nunki gibidir.Sen Uruk’a git, Gılgamış’a haber ver, sana tapınaktan bir fahişeyi, kutsal bir yosmayı versin, onu oraya götür.O adamı eline geçirir, onu evcilleştirir: Hayvanlarla birlikte su bulunan yere geldiğinde, kadın elbiselerini çıkartsın, çırılçıplak kalsın ve vücudunun cazibesini ortaya döksün.Kadının güzelliğine kapılacak ve sonunda onun tutsağı olacaktır.Onunla birlikte ovada büyüyen vahşi hayvanlar artık onu tanımayacaklardır’’.
Avcı dikkatle babasının öğütlerini dinler, Uruk’a doğru yola koyulur.Gılgamış’ın karşısına çıkar ve ona şöyle der:
‘’Tepedelerden gelen garip bir adam var.Ülkenin en güçlüsü o ve çok gürbüz.Onun ve gürbüzlüğü Anu’nunki gibi.Dağları tepeleri aşıp otlanıyor, vahşi hayvan sürüleriyle birlikte su olan yerlere gidiyor.Ben korktum ve ona yaklaşamadım.Kazdığım tuzakları doldurdu.Uzattığım ağları yok etti, hayvanların mı elimden kaçırttı.Bu adam benim avlanmama engel oluyor’’
Tabletlerin deki yazıların çoğu silindiği ve tam manası bilinmediği için devrik ve manası bilinmeyen kelimeler çok. Destan, tarihte bilinen en eski medeniyetlerden olan Sümerlerin yaşayışları hakkında bilgi verir ve kendisi de ilk yazılı destan olma özelliğini taşır.
Gılgamış Destanı’nın en önemli özelliklerinden biri de, anlattığı “Tufan” öyküsünün, küçük değişimlerle üç büyük dinin kutsal kitaplarında aynen yer almasıdır.” Örneğin Gılgamış, ölümsüzlük otunu bulan Ziusudra’yı (Utnapiştim) bulmak için yola çıkar ve Tilmun adasına ulaşır. Ziusudra burada Tevrat ve Kur’anda Nuh’un yaşı konusunda tekrarlanan bir ifadeyle kendisinin 950 yaşında olduğunu söyler ve yaklaşık yarım asır önce yaşadığı tufan hikayesini Gılgamış’a anlatır.