Pek değerli Albert Einstein’ın özel görelilik kuramına göre Uzay’da herhangi bir cisme doğru bir hareketimiz olursa hızımızla doğru orantılı şekilde cismin gelecekteki durumuyla aynı zamanda seyretmiş oluyoruz. Tam tersi vektörde ise geçmişiyle aynı zamanı paylaşıyoruz. Bu durum dünyanın iki ayrı ucunda olsak dahi hissedilemeyecek kadar küçük rakamlara tekabül ediyor. Zaten somutsal olarak istenilen hızlara çıkma olasılığımız da şuanki teknoloji ile zor görünüyor. Bu nedenle hissedemiyoruz.
Varlığından emin olduğumuz ama sayılarla ve yönlerle ifade edemediğimiz şeyler yok mu var. Sevgi mesela. Hadi sevgiyi ele alalım. Sevginin büyüklüğünün olduğu konusunda mutabık kalırsak. Üç büyüklükten herhangi birine yerleştirmeliyiz. Eğer biz “onu seviyorum” gibi bir cümle kurabiliyorsak yön belirtmiş oluyoruz ve bu vektörel bir büyüklük olarak tanımlanıyor ( Aslında matematiğin tanıyamadığı büyüklükler yönüne bakılmaksızın “Temel büyüklükler”‘e giriyor ama burada bilimsel bir makale yazmıyorum. İstediğim gibi sallayabilirim.)
Bu anlattıklarımı bir çatıda toplarsak birinin gönlüne ne kadar hızlı gidersek o kişinin geleceğinde bulunuyoruz ve bir insanın gönlünden ne kadar hızlı çıkarsak o kadar geçmişini yaşıyoruz.
Görür görmez vurulduğunuz birini unutmak o denli zorlaşıyor bu sebeple. Ve herhangi birinin gönlünden ne kadar hızlı çıkarsan o insan size o kadar tecrübesiz ve aptal karşılık veriyor haliyle.
İngilizler aşık olmak dememiş mesela aşka düşmek demiş ve bana göre muhteşem bir tabir kullanmış aşka dair. Aşka düşerken ölçülebilecek bir şey olmadığı için limit hız kurallarının olmaması gerekiyor.
Bu sebepledir ki bazı insanların geleceğine gideriz, bazı insanların geçmişinden çıkarız. Gelecek görmeden ona gitmek ya da geçmişini yaşamadan ondan vazgeçmek mümkün değildir.
Her şeyden öte gözlerine baktığınızda zaman sizin için farklı akmıyorsa hiçbir şey kalmamıştır sizde.